BOSTANDERESİ MAHALLESİ
  HABERLER
 
LÜTFEN HABERİN ALTINA YORUM YAZMAYI UNUTMAYIN.
BİR DEMET HİKAYE-2/İKİZDERE KÖYÜ VE ALİ ÖĞRETMEN-1
FAHRİ ÇELİKTEN tarih 01.01.2011, 15:47 (UTC)
  Güneş,serpile serpile gelen gelinlik kız gibi İkizdere'yi aydınlığa boğuyordu.Horozlar inatla öterek İkizdere'yi konser alanına çeviriyordu.İnekler möööö!diye bağırarak sabahı bulmanın sevincini dışarıya aksettiriyordu.İkizdere Köyü bugün kıpır kıpırdı.Her şey olduğundan daha güzel görünüyor,bambaşka bir tat veriyordu insana.
İkizdere Köyü,iki derenin bir dağla ayrılmasından almıştı bu adını.Bazen buraya"Ayrıkdere Köyü"diyenler de vardı.Bir okul bir de camiden başka resmi kuruluşa sahip olmayan bu şirin köy hem imama hem de bir öğretmene hasretti.Gelen öğretmenler ve imamlar şartların zorluğundan şikayet ediyorlar ve çok kısa sürede bavulunu toplayıp gidiyorlardı.Onun için İkizdere Köyü'ne imam ve öğretmenin gelmesi ilahi bir nimetti adeta.
İkindiye doğru bir araba gürültüsü gelmeye başlamıştı.Arabanın sesi gittikçe artıyor ve önde bir taksiyle arkada bir kamyon İkizdere Köyü'nü yararak geçiyordu.Arabalar okul olduğu rengi solmuş bir Türk bayraktan anlaşolan yere doğru gidiyordu.Köyde herkes bu arabanın ne olduğunu merak etmiş,camlara taşmıştı.Arabalar okulun bahçesine girerek durdu.Önce taksinin içindeki genç bir adam çıktı.Üzerinde siyah bir takım elbise vardı.Ayakkabılar da siyah kunduralar şeklindeydi.Genç adamın yüzü gayet sevecendi ve güler yüzlüydü.Meydanda toplanan halka dönerek:Ben bu köyün yeni atanan öğretmeniyim.Okulun ve lojmanının anahtarı kimde acaba,diye sordu.Herkes;kırklı yaşlarda,orta boylu ,kel kafalı adama doğru baktı.Adam etrafa baktıktan sonra genç adama doğru ilerleyerek:Bendedir beyim anahtarlar.Ben bu köyün muhtarı Şevket dedi.Anahtarları genç öğretmene uzattı ve ekledi:Hocam kendinizi tanıtmayacak mısınız?Öğretmen bey utangaçlığıyla:Kusura bakmayın,ismimi söyleyi unuttum.Adım ALİ.Bu sene tayinim buraya çıktı.Aslında ilk görev yerim burası.Umarım sizlerle bu acemiliği atlatırız.Kamyoncu arabadan inerek arabanın üstüne çıktı.Ali öğretmen adamın uzattığı eşyaları yere alıyordu.Muhtar,birinin emretmesini bekler gibi bakan halka:Ulan ne bakarsınız,köyümüze öğretmen gelmiş siz hala bakar durursunuz,dedi.Kadınlar lojmanı temizlesinler,erkekler de eşyaları indirip yerleştirsinler.Tez yapasınız işinizi,marş marş,diyordu muhtar.Ali Öğretmen kenara çekilmek zorunda kalmıştı.Çünkü köyin gençleri "biz taşırız hocam"diyorlardı.Ali Öğretmen anahtarları da kadınlara vermişti.Eşyalar itinayla indirilmişti yere.Kadınlar evi temizlediklerini söylediler,muhtar yine harekete geçmiş,Ali Öğrewtme'e keşik koymadan taşıttırmıştı.Ali Öğretmen'e eşyaların nereye konulması gerektiğini söylemek kalmıştı sadece.Aslında pek fazla eşyası yoktu.Eşyalardan da kitaplar ağırlıktaydı.Burada şehirde de pek kitap bulunmazdı.Okuyabileceği kadar kitap getirmişti.
Akşam oluyordu,kamyoncu bana müsade dedi ve ayrıldı gitti.Ali Öğretmen şimdi hiç bilmediği bir köye gelmişti.İnsanlar yabancıydı,yalnızdı.Ancak birdenébu samimi insanların içinde yabancı olunmaz"dedi.Gerçekten de İkizdere Köyü insanları Ali Öğretmen'e çok samimi davranıyordu.SSanki o bir kurtarıcıydı.Hele genç dimağların alnından okunuyordu Ali Öğretmen'e duyulan sevgi.
Ali Öğretmen,herkese çok çok teşekkür etti.Bana kalsa bu eşyaları sabaha ancak taşırdım,diyordu.Muhtar,hocam bınların lafımı olur.Asıl sizin bizim çocuklarımıza vereceğin emeğin karşılığını nasıl öderiz,biz bunu düşünüyoruz.Estağfurullah muhtar,ben sizin çocuklarınızın eğitimi karşılığında devletten para alıyorum,bunun hakkını vermeye geldim buraya,diyordu Ali Öğretmen.Muhtar;hocam bizim buraya öğretmen gelmiyor,istrsen sırtında taşı istersen devlet para versin.hERKES BURANIN çilesine katlanmıyor,DEDİ.İnşallah biz kalacağız ve çocuklarınıza eğitim vewreceğiz,siz yeter ki bu konuda bizi destekleyin,diyordu Ali Öğretmen.Muhtar,evine davet etti Ali Öğretmen'i.Birlikte gittiler eve.Muhtarın evi gayet temizdi,sofra da kurulmuştu.Yemeklerini yediler,çaylarını içtiler.Evin en biyük oğlu Osman gayet şakacıydı.Bazen muhtarın kızmasıyla bıraksa da şakalaşmaya sonra devam ediyordu.Kadınları da utangaç değildi buraların insanın.Bazı köylerdeki eve girmemeler,erkeğin yanında oturmamalar yoktu.Gayet samimi,kırk yıllık ahbap gibi davranıyorlardı.
Ali Öğretmen çok yorgundu,müsade isteyip evine gitti.Yatağını açıp uykuya daldı.Ogece genç kızlar hep Ali öğretmen'den konuştu."Acaba bekar mıydı,nişanlısı ya da sözlüsü var mıydı?"Bu sorular geç saatlere kadar sürüp gitti.Birçok genç kız o gece uykuSUNDA Ali Öğretmen'i ağırladı.
Sabah;tak tak kapı vuruluyordu.Ali Öğretmen duymadı önce,kapı sert sert vuruluyordu.Birden doğruldu ve gözlerini oğuşturdu.Kapı hala çalıyordu.Hemen toparlanıp kapıya koştu,uykulu gözlerle kapıdaki kişiye baktı.Kapıda güler yüzlü bir delikanlı duruyordu.Delikanlı:Hocam annem sizi kahvaltuya çağırıyor.Bizim evimiz aha şurada,diyordu.Ali Öğretmen:"Gerek yoktu böyle zahmetlere girmenize"diyordu.Delikanlı kapıda bekliyordu.Ali Öğretmen,üzerini değiştirip delikanlıyla beraber o eve gittiler.Kapıda sıcak bir tebessümle karşıladı onu Gülizar Abla.Gülizar Abla,diyorum.Çünkü köylüler onu bu adla çağırıyorlar.Gülizar Abla,kapıda bekleyen misafirini içeriye aldı.Ali Öğretmen bu sıcak karşılama karşısında telafiyi Gülizar Ablanın elini öpmekte buldu.Gülizar Abla;Ali Öğretmen için aradığımız,beklediğimiz öğretmen,diyordu.Evet gerçekten de Ali Öğretmen,bu şekli buluyordu köylülerin gözünde.Biraz utangaç bir şekilde bir genç bayan girdi salona."Hoşgeldiz Ali öğretmenim"dedi.Ali Öğretmen,teşekkür edrim,hoş bulduk,sağol,diyebildi.Bu sözlerin ardından genç kız salondan çıktı.Gülizar Abla,kızı Hülya için okuyamadı garibim,,öğretmen olmayışından,diyordu.Ali Öğretmen,"kızınızın yaşı kaç"diyor.Yaşının 19 olduğunu öğrenince başından kaynar sular boşalıyordu adeta.Aman Allahım bu insanların hakkını nasıl ödeyeceğiz biz,diyordu.Bu yaşta okuma-yazma bilmeyen insan olur mu?Şimdi anlıyordu bu insanların öğretmene susamış hallerini.Sanki onlar için öğretmen"ab-ı hayat"tı.Ali Öğretmen dalıp gitmişti ki onu Gülizar Abla'nın oğlu Yusuf"hocam buyrun sofraya "diyerek uyandırmıştI düşüncesinden.Sofrada herkesin bu halde olduğunu söylüyor Gülizar Abla.Kahvaltı bu sohbetlerle uzayıp gitmişti.Hülya,semaver elinde ,küçük kardeşi demlikle içerite girdiler.Hülya,artık utangaçlığını atmıştı üzerinden.O da dert yanıryodu okuyamamışlıktan.Ne olurdu sanki öğretmenler gelse bize eğitim verse,diyordu.Çaylar içildi ,sohbetler edildi.Ali Öğretmen müsade isteyip çıktı.Kafasında yapmak istediklerini tasarlıyordu.Evet ilk iş köylüyü toplayıp onlarla bu konuda işbirliği yapmaktı.Yusuf'a sordu:Burada camii yokmu?Ne yapacaksınız camide diyordu Yusuf.Köylüyü toplayıp onlarla konuşmak istiyorum,dedi Ali Öğretmen.Yusuf'la birlikte camiye doğru yol aldılar.Mikrofonu eline alıp "Sevgili İkizdereliler,sizlerle kahvehanede görüşmek istiyorum.Kahvehaneye hepinizin iştirak etmesini temenni ediyorum."diyordu Ali Öğretmen.Köylüler meak ediyorlardı Ali Öğretmen'nin ne konuşacağını.Hem daha dün geldi,bugün bizi topluyor.Herkes merakından kahvehaneye akın etmişti.Çocuklar içeri alınmamıştı.Onlar da pencerelerden Ali öğretmen'in ne söyleyeceğini merak ediyordu.Herkesin tamam olduğunu öğrenince konuşmasına başladı...........
devamı haftaya..



FAHRİ ÇELİKTEN
MARMARA ÜNİVERSİTESİ/İSTANBUL-KADIKÖY
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENLİĞİ
 

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASI
DURMUŞ ÇELİKTEN tarih 26.12.2010, 16:45 (UTC)
  1923'te Anadolu güzel bir çocuk doğurdu.Aslında Anadolu'nun hamileliği epey uzun sürmüştü.Ancak hamileliğin uzun sürmesi bu çocuk için hiç de iyi olmayacaktı.Çünkü anne yorgun düşmüştü,içerden ve dışardan gelebilecek saldırılşara karşı adeta savunmasızdı.Ve nihayet beklenen o çocuk 1923'te dünyaya gelmişti.Ancak anne doğum esnasında çlmüştü.Doktorlar ellerinden geleni yapmamışlar,minik yavru TÜRKİYE'yi annesi OSMANLI'dan ayırmışlardı.Ancak nu demek değildi,annesiz çocuk yaşayamaz.Sadece atlatacağı badireler çok fazlaydı o kadar.Ve o yavru 2010'lu yıllarda aslan kesilivermişti.
Bir ülke tarihinden ne kadar istifad ederse geleceğe de o nispette bakabilir.Niteki,m Türkiye tarihi bunu açıkça ortaya koyuyor.1923'te başalayan Türkiye tarihi üç dönem içinde ele alınırsa şöyle bir tablo ortaya çokıyor:
--1923-1990 bocalama devri.Geçmişteki birçok değer göz ardı edilmiş,bunları savunanlar vatan haini sayılmışlar ve idam sehpalarında sallandırılmışlardır.
--1990-2002 DÖNEMİ DIŞARIYA AÇOLAN BİR KAPI OLMUŞTUR.tÜRKİYE,oSMANLI'dan kalan mirası elinin tersiyle itemeyeceğini az da olsa anlamış,küçük adımlarla birastan pay almaya çalışmıştır.
--2002'den sonrası ise,1990 sonrası politikanın kişisellikten çıkarılarak devlet politikası haline getirilmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur.
1923-1990 dönemi Türkiye tarihinde kara lekelerin çoğalmaya başladığı,bugünün nesline utanılacak bir tablonun bırakıldığı bir dönem olmuştur.Bu dönemi bir bütün olarak kötü bir dönem olarak alamasakta genel itibariyle bu özellikleri barındıran bir dönem olmuştur.İçerdekidemokrasi kesintileri tek tip düşünce etrafında gelişen bir dış politika izlenmesine sebep olmuş,halkıyla ikt,idarın bir noktada buluşamadığı bir bir süreci doğurmuştur.Halbuki demokratik temeller üzerine kurulan bir devletin bunları yaşaması tarihimiz açısından talihsizlik olmuştur.Türkiye,bu dönemde Batı taklitçiliğinden kurtulamamış,Batın'nın koruyuculuğunda büyüyen bir çocuk haline gelmiştir.Hem iç politikada hem de dış politikada tek başına haraket edemeyen bir Türkiye yalpalaya yalpalaya yoluna devam etmeye çalışmıştır.Osmanlı'dan kalma mirası elinin tersiyle itmiş,adeta ona karşı kalkan olmuştur.Bu,Batı'nın işine yaramış her iki tarafı da birbirine karşı kışkırtmıştır.Her iki taraf da kendince masumdur ve birbirlerine karşı ateş fışkırmışlardır.Türkiye,koca bir medeniyete(islam medeniyeti)sırtını dönmüş;kendisinden taklitten başka bir nebze de olsa bir şey bulamadığı Batı'ya kapılarını ardına kadar açmıştır.Bunların sonucunda da hem Batı'nın desteklediği hem de İslam dünyasının desteklesdiği TERÖR sorunu doğmuştur.Türkiye artık dört bir tarafındaki ülkeleri düşman biliyor ve nesline bunu aşılıyordu.Bu ve buna benzer sorunlar dış politikada Türkiye'yi eli kolu bağlı bir hale sokmuştur.
1990-2002 arası dönem Türkiye'nin kabuğunu kırmaya başladığı,dış politikanın daha iyi anlaşılmaya başlandığı,dostun düşmanın tespit edilmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur.Hepimizin bildiği üzere 1990 ve sonrası Sovyet Rusya'nın yürümekten aciz olduğu dönemdi.Bu ülkenin egemenliği altında tir tir titreyen milletler bir bir kopmaya başlamıştı.Bunlardan bir tanesi de Kafkaslardaki soydaşlarımızdı.Yıllardır zulüm gören bu halklar yeni açan bir çiçek gibi parlamışlar ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.Abileri olarak gördükleri Türkiye de bunların bağımsızlıklarına onay vermişti.Türkiye,ülke içerisinde istikrarlı büyümeyü sağlamış;dışarıda da aktif olmaya başlar.Ardı arkasına açtığı okullarla dünyaya meydan okumaya başlamıştır.Bu meydan okuma savaşı eğitimdi ve Türkiye halkın da verdiği destekle soydaşlarının lideri konumuna gelmişti.Bunlşarı ekonomik ve siyasi zaferler takip etti.Türkiye ve soydaşları aynı ülkü etrafında hareket etmeye başlamışlardı.Türkiye,Atatürk'ün çizdiği"YURTTA SULH CİHANDA SULH"rotasını daha iyi takip edebiliyordu.Batı'nın yanındaydı;ancak bu sefer daha bağımsız hareket edebilen bir Türkiye vardı.Gittikçe artan ekonomik refah bu gücünü perçinliyordu.Artık hedef hem içte hem de dışta güçlü bir Türkiye yaratmak ve tarih sahnesinde rolünü iyi oynayabilmekti.Ancak Turgut Özal'ın ölümü büyük Türkiye hayalini suya düşürmüştür.Dünyanın başka türlü alt edemediği büyük lider kahpece oyunlarla alt edilmeye çalışıldı.Ve bugünki Türkiye'nin oluşmasında büyük emeği olan Özal çok erken bir dönem de bizden ayrıldı.Ancak o,koca bir ülkü koymuş ve bunu başarabilecek alt yapıyı oluşturmuştu.Bundan sonrası 2002'ye kadar sıkıntılı olmuştur.Başa geçen liderlerin her alandaki başarısızlığı ekonomik iflasın da gelişiyle bu dönemi de olması gerekenden kötü bir şekilde kapatmıştır.
2002 sonrası Türkiye'nin şaha kalktığı,1990 sonrası başlayan dışarda da güçlü Türkiye politikasının zirve yaptığı bir dönem olmuştur.Zirve yapmıştır,diyorum.Çünkü
bınu size ispatlayabilirim:Osmanlı'dan kopuştan bugüne kadar düşman olduğumuz Balkanlar devletleriyle,İslam devletleriyle dost olunmuş,işbirliği artmış,sorunlar daha uygun bir zeminde çözülmüştür.Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren"üç tarafı denizle,dört tarafı düşmanla çevrili Türkiye"anlayışı değişmiş,yerini dostana ilişkiler almıştır.Bu dönem sadece Balkanlar ve İslam ülkeleriyle sınırlı kalmamış kara kıtayı da kapsamıştır.Herkesin iğrenerek baktığı,sadece bilimsel çalışmalar sırasında hatırlandığı kara kıta gerek kültürel anlamda gerek ekonomik anlamda Türkiye'nin gözbebeği olmuştur.İş adamlşarımız burayı ihracat merkezine çevirmiştir.Yine Türkiye bu dönemde tek yönlü ekonomik ilişkileri bırakmış bütün kıtalara eşit seviyede ulaşmaya çalışmıştır.Türkiye'nin bu dönemde itibarı da olağanüstü derecede artmıştır.Türk yetkililer gittikleri ülkelerde mitingler eşliğinde karşılanmışlardır.Hatta bazıları daha da ileri giderek Türkiye'ye kurtarıcı gözüyle bakmaya başlamışlardır.Bunlşarın yanında Türkiye bilimsel alanlarda da gelişmeye başlamıştır.Nitekim kendi savaş uçağını üretecek konuma gelmesi bunu daha iyi izah eder niteliktedir.Bu güzel gelişmelerin yanında Türkiye'yi hem içerde hem de dışarda sıkıntıya sokan bir gelişme de TERÖR sorunu olmuştur.Devletin çıkmaza girdiği bu sorun hala çözüm beklemektedir.Konumuz itibariyle alakalı olarak dış politikamızda Türkiye'yi zora sokmaktadır.Bu eksikler olmakla birlikte Türkiye eskiye oranla daha güçlü,kendisine güvenen,proje üretebilen bir konuma gelmiştir.Eksiklikler bu olumlu havanın esintisiyle tıpkı hava olayları gibi çekip gidecektir,gitmelidir.Avrupa'nın "Osmanl'nın dirilişi,"dediği bu ülke TÜRKİYE'dir.Buna bütüm samimiyetimle inanıyorum.
Yukarıda dönem dönem ele aldığım Türkiye'nin dış politikası adım adım ileriye gittiği sonucuna götürüyor bi,zi.Gerçeklerle daha cesurca yüzleşebilen ve bunun üzerine daha dirayeyli olarak çıkabilen bir Türkiye ortada durmaktadır.Tabiki şu anda olmamız gereken yerde değiliz;ama benim izaha çalıştığım mevzu Türkiye'nin yerinde saymadığıdır.Dünyanın dört bir tarafında al bayrağın dalgalanıyor olması,İstiklal Marşı!nın okunuyor olması,atasözlerimizin ,deyimlerimizin dilden dile dolaşması,türkülerimizin barış,diye haykırışı herhalde bu düşüncemi kanıtlar niteliktedir.Ve artık geriye dönmeyeceğimizin de en açık delilidir.
 

KARANLIK GECELER...
DURMUŞ ÇELİKTEN tarih 21.12.2010, 15:24 (UTC)
 KARANLIK GECELER....
Yaklaşık 10 gündür Emirtolu Köyü Bostanderesi mahallemizde kar nedeniyle arızalan elektirikler yok.

Azamız Faruk ÇELİKKOL ve imam hatipimizin verdiği bilgilere göre 10 gündür elektirikler kesilmiş, hayat felç olmuş durumda Bostanderesi'nde.
Faruk Çelikkol"Yetkililerden bir an evvel bu sorunun çözülmesini istiyorum.İşlerimizi yapamaz olduk.Gece sokağa çıkamaz olduk.Gurbette olan evlatlarımız 10 gündür merak ediyorlar bizlere ulaşamıyorlar.Bizim sesimizi neden duymuyorlar,neden bizlerin sorunları ile ilgilenmiyorlar.Biz bu memleketin evladı değil miyiz?"dedi.
Biz de yetkililere sesleniyoruz.Lütfen bir an evvel insanlarımızın bu sorununu çözünüz.İnsanlar adeta yaşamla ilişkisini kesmiş durumda.
Lütfen bu sese kulak verelim!!!
 

BİR DEMET HİKAYE-1/ŞÜKRÜ AMCA
fahri çelikten tarih 10.12.2010, 15:43 (UTC)
  BİR DEMET HİKAYE-1
ŞÜKRÜ AMCA


Sabah oluyordu.Şükrü Amca sabahın olduğunu horozların ssinden anlardı.Çünkü horozlar sabah ezanının vaktinin geldiğini imamlardan önce bildirirler ve sabahı şerifleriniz hayırlı olsun ,der gibi ahenkle bağırırlardı.Şükrü Amca bismillah çekip yatağından doğruldu.Yorganı üzerinden attı.Ammada sğuktu ha,hava.Eliyle sobanın yanına yaklaştı ve akşam koyduğu odunları aradı.Daha henüz aydınlanmamış olan hava Şükrü Amca'nın kulübesini aydınlatamamıştı.Şükrü Amca'nın evinde elektrik yoktu.Fenerininde gazı bitmişti.Ah ah dedi ve kadrine küsmüş bir şekilde yeniden yatağına girdi.Ne de yalnızdı.Kader daha doğduğunda ona kara yazılmıştı.Şükrü Amca küçük kulubesinde tek başına yaşıyordu.Ne bir eşi ne de bir dostu vardı.Kimse onu kale almaz ve değer vermezdi.Aslında Şükrü Amca'nın gençliğinde durumları çok iyiymiş.Hatta evlenmiş bile .Ancak Şükrü Amca'nın hanımı Fatma Hanım'ı yoldan çıkarmışlar ve Şükrü Amca'dan uzaklaştırmışlar.Köyde Fatma Hanım'ı gayrimeşru işlere sürüklemişler ve en sonunda köyden çıkıp gitmesine sebep olmuşlar.Şükrü Amca böyle diyordu,Fatma Hanım için.Fatma Hanım'ın hamile bile olduğunu söylüyordu Şükrü Amca.Ancak Allah'ından bulasılar rahat bırakmadılar Fatma'mı,diyordu.Beddua üstüne beddua ediyordu.Yine hatırlamıştı Fatma Hanım'ı,derice bir ah!açekti.Hava da iyice aydınlanmış,kulübesinin küçük pencersinden içeriye sızıyordu güneş.Artık kalkmalıydı,neme lazım sabahın bereketi kaçardı sonra.Haydi Şükrü,senin senden başka dostun yok,Allahın unuttuğu kulu,insanlar hatırlayacak değildi.
Fareler tavan arasını tırmıklıyordu.Bir tanesi daha da cesaretli olmalı ki,ekmek torbasının içine giriyordu.Şükrü Amca fareleri hiç sevmez ve onları nasıl öldürdüğünü anlatırdı.Yine bir operasyon daha başlıyordu.Şükrü Amca,sessizce torbaya yaklşaştı ve torbayı kaptığı gibi ağzını kapattı.İşte,dedi elime geçtiniz.Ulan bir rahat yüzü göremeyecek miyim ben sizin yüzünüzden!Rüyalarımı bile bölüyor,kabusum oluyorsunuz.Ağzını bir iple iyice bağladı ve büyük bir komutan gibi şöyle bir gerindi.Dışarıdan büyükçe bir odun aldı.Fareler sonun dan habersiz bir şekilde ekmekleri büyük bir iştahla yiyorlardı.Şükrü Amca,bütün öfkesini toplamış olanca hızıyla odunu torbaya indirmişti.Torbada sadece bir"viiiyak"sesi geldi.Büyük bir düşmanı öldürmenin gururuyla rahatladı Şükrü Amca.Torbayı açıp baktığında farele mışıl mışıl uyuyordu!Allah rahmet eylesin,diyerek torbayla birlikte dışarı attı.
Dışarısı mahşer meydanı gibi hareketliydi.Kimisi ahırdaki işleriyle meşgul oluyordu kimisi de ormandan odun getirmekle meşgul oluyordu.Bazıları çeşmeye götürdükleri hayvanları önlerinden kaçırmışlar,küfür ede ede peşinden koşturuyorlardı.Köpekler komşunun köpeğiyle anlaşamamışlar kavga ediyorlar,horozlar siyah-beyaz kavgası gibi birbirleriyle dövüşüyorlardı.Çocuklar mavi önlüklerini giymiş okulun yolunu tutmuşlardı.Herkes bir işle meşgul oluyordu,bir sinema oyuncusu gibi herkes rolünü oynuyordu.Acaba ben de bu filmin garip oyuncusu muyum,diye geçirdi içinden Şükrü Amca.Hayır,hayır ben bu filmin hiçbir rolüne layık görülmemişim.Eğer görülseydim benim de herkes gibi işim,bir dostum,beni terk etmeyen bir karım olurdu .Evet Şükrü,sen bu dünyada bir hiçsin ve hiç kalacaksın.Belki de imamlar,bunun parası yok,diye yıkamayacaklar seni.Hey be,koca dünya bana da bir gülseydin,ölür müydün sanki!
Şükrü Amca,aslında yalnız kalacak biri değildi.Köyde hatta yanı başındaki kardeşi Mehmet vardı.Ancak Mehmet'in hanımın hiç mi hiç sevmiyordu Şükrü Amca.Çünkü Mehmet'in hanımı Şükrü Amca'nın zoruna gidecek laflar sarfediyordu.Mehmet de biraz hanımından korkuyordu.Anlayacağın kardeşten de fayda yoktu Şükrü Amca'ya.
Şükrü Amca hiç boş durmayan bir adamdı.Her gün kendisine bir iş çıkartırdı.Bazen getirdiği fidanları uygun bulduğu yerlere diker,bazen de insanların cılga yol dedikleri yayan olarak kullanılan kayalık yerleri düzeltir,köylülerin rahat geçmsini sağlardı.Belki de köyün ortasındaki kavaklar,elma ağaçları,ceviz ağaçları hep onun ürünüydü.İnsanların veremediği sevgiyi Şükrü Amca bu ağaçlar da buluyordu.ÇÜNKÜ ONLAR dilsizdi insanı arı gibi sakmuyordu.Çünkü onlar sopasızdı insanı acıtacak bir şey yapomazdı.Onlar hep susar ve tebessümle insana selam da bulunurlar.Galiba bunun için seviyor ŞÜkrü Amca bu dilsiz,sopasız dostlarını.

Yine bir gün akşam olmuştu.O sırılsıklam ıslanmış ve kendini kulübesine zor atmıştı.Alnından su ve ter birlikte akıyordu.Ev buz gibiydi.Odunlar da dışarda ıslanmış,yanmayacak vaziyetteydi.Elbiselerini değiştirip yatağa girmekte buldu çareyi.Ne kadar çok üşümüştü ki yorganın altında dahi dişleri şakırdıyordu.Şükrü Amca,birkaç gün ortalıkta görünmemişti.Kardeşinin hanımı Şaziye oğluna"şuna git bak"dedi göz işeretiyle.Oğlan biraz mırın kırın ettiyse de gitti,kapıyı çaldı.Ancak kapıyı kimse açmıyordu.Oğlan birkaç kez tekrarladıktan sonra kapıyı zorla açtı.Ancak Şükrü Amca yatağında yüzü tanınmaz bir halde yatıyordu.Fareler yüzünü,gözünü kemirmişlerdi.Kardeşinin oğlu acı bir çığlık kopardı.Sese kulak verenler kulübeye akın ettiler.Herkes gördüğü manzara karşısında şaşkına dnmüştü.Ölü görmüşlerdi de farelerin kemirdiği ve bugüne kadar duyulmayan sahipsiz bir ölüyü ilk defa görüyorlardı.Zavallı Şükrü Amca ömrü boyunca görmediği huzuru,ölüm döşeğinde de görmemişti.Fareler onu ölürken bile rahat bırakmamışlar ve ölüsünü kemirmişlerdi.
Ertesi gün cenazesi yıkanıp defnedilecek hale getirildi.İmam efendi biraz hasbihal yaptı:"Bu adam garip geldi ve garip gidiyor.Kimsesi varken dahi kimsesiz yaşadı.Ey cemaat!Siz bu sessizliği bozdunuz ve çoğunuza nasip olmayacak bir kalabalıkla burada garip olan ve garip giden Şükrü Amca'mızı yalnız bırakmadınız.Allah sizden razı olsun."dedi.Orada bulunanlar gözyaşına boğulmuştu.Çünkü kimse ona bu kadar yakınlık duymamıştı.
Şükrü Amca ilk defa yanılıyordu.Çünkü,cenazemi yıkayacak ne imam bulunur ne de kaldıracak bir kimse bulunur, demişti.Ve imamlar da para falan istememişlerdi.Ve cenazesi bir düğün alayı kadar kalabalık bir cemaatle gidiyordu.Belki de hiç mutlu olamadığı bu dünyadan gitmesine sevinir gibi gidiyordu Şükrü Amca.



FAHRİ ÇELİKTEN
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENLİĞİ
 

ACI BİR ÖYKÜ
EDİTÖR tarih 07.12.2010, 13:57 (UTC)
 ACI BİR ÖYKÜ...

Biz gözlerimizi kapatıp, başımızı başka tarafa çevirip, bakmıyoruz, görmüyoruz, sırtımızı dönüp oradan çekip gidiyoruz diye birilerinin yaşadıkları değişmiyor, yaşamları tozpembe olmuyor, acıları, dertleri, sıkıntıları, feryatları, umutsuzlukları, çaresizlikleri, gözyaşları sona ermiyor, beyhude kendimizi aldatmayalım. Bir an öyle düşünüp sorumluluktan kurtulduğumuzu zannedersek, kafasını kuma gömüp gövdesini dışarıda bırakan devekuşlarından hiç bir farkımız kalmaz.



Hâlbuki biz insanız, ağzımızı açtığımızda esiyor savuruyor, ölçmeden biçiyor, nişangâhsız atıyoruz, mangalda kül bırakmıyor, dinden, imandan, Müslümanlıktan dersler, fetvalar veriyoruz, öyleyse bunu lafta, sözde bırakmamalı ve zorlamayla, birileri yapıyor desin diye değil, içten, yürekten gelerek yaptıklarımızla, yapacaklarımızla kanıtlamalıyız.



Yıllar önce yaşayanların bir kısmının saygısız, görgüsüz, kuralsız, vahşi oldukları ve temiz, düzgün insanlara yaşamı zindan ettikleri için (P)İstanbul adını koyduğum bu yerde, çok şey gördüm, çok şey yaşadım, çok şey öğrendim. Köpeğine, kedisine özel bakıcılar tutup, mamalarını düzenli olarak yurt dışından getirenleri de gördüm, pazar yerlerinde çamurun içinden sebze artıkları, balık çarşılarında yerden çiğnenmiş balık kalıntıları, çöp konteynerlerinden yiyecek veya para edecek bir eşya arayanları da gördüm.



Anladım ki, buradaki gelir dağılımındaki makasın uçlarının bırakın birleşmesini, bir nebze olsun birbirine yakınlaşmasını bile, biz, bizden sonrakiler hatta onlardan sonrakiler bile görmez, göremez. Hâlbuki tüm insanlar aynı doğuyor, ama bazılarının daha doğmadan evi, köyü, hanı, hamamı, katı, yatı daha aklınıza ne gelirse her şeyi hazırlanıp onu bekliyor, birileri ise doğduğu andan itibaren alçak sürünmeye bir başlıyor, ömrü boyunca birilerinin ayakları altında sürekli eziliyor, tekmeleniyor, iteleniyor, horlanıyor, akla hayale gelmedik acılar çekiyor, dertler sıkıntılar yaşıyor, çaresizce çırpınıyor, ağlıyor.



Bunun nedenini sormak bizim insan olarak haddimizi çok aşar ama ben doğan, yaşayan, nefes alan tüm insanların eksiksiz olarak hatta beni düşman olarak görenlerin veya bana düşman olanların bile insanca yaşamaya hakları olduğunu düşünürüm ve bunun ne pahasına olursa olsun sağlanmasını; vergisini zamanında eksiksiz olarak ödeyen, askerliğini zamanında ve çağrıldığında hemen giderek yapan, tüm kurallara kılı kılına uyan temiz, namuslu, dürüst bir vatandaş olarak beni yönetenlerden beklerim, isterim.



Kendim ve ailem için can güvenliğimizin ve huzurumuzun sağlanması dışında, zerre kadar bir şey istemem ama darda, zorda, sıkıntıda olan tüm insanların, insanca yaşama düzeyine kavuşturulmasının devletin en öncelikli, vazgeçilemez, ertelenemez, gözardı edilemez görevi olduğunu ilgililere önemle anımsatırım.



Gelelim dengelerimi, kimyamı, fiziğimi, biyolojimi, psikolojimi bozarak beni alt üst eden olaya... Bundan bir kaç gün önce soğuk bir (P)İstanbul sabahında bir kadın ve bir erkeğin yarı bellerine kadar içine eğilip çöp konteynerini karıştırdıklarını gördüm. Buldukları kâğıt, mukavva, naylon ne varsa rengi pislikten siyaha dönmüş örtülü çöp arabalarına atıyorlardı. Arabanın başında 8–9 yaşlarında üstü başı perişan, ayakları çorapsız, soğuktan ellerini oğuşturan bir kız çocuğu vardı, hâlbuki bu saatte bu çocuğun en son olması gereken yer burası olmalıydı, ama o oradaydı, ana babasını izleyen gözlerinde acı vardı, çaresizlik vardı, umutsuzluk vardı, daha yaşamadan bıkmışlık, bezmişlik vardı, sanki bin sene yaşamış ve ömrünün son demlerini yaşar gibi yorgun ve bitkindi.



Hiç bir çocuk ana babasını hiç böyle görmemeliydi ama o görüyordu, kimbilir körpe beyninden, küçücük yüreğinden neler geçiyordu da bir türlü söyleyemiyordu, umutları, hayalleri, yaşamdan insanca beklentileri o çöp konteynerinin içinde kaybolmuş, yitip gitmişti. Yaşamın dayanılmaz ağırlıktaki acımasız yükü, küçük omuzlarına çökmüş ve onu çocukluğunu hiç yaşamadan büyütmüştü, o gün ana babasını böyle çaresizce izlerken, kendi geleceğinin üzerindeki karanlık sis perdesinin aralanmasını, görüntünün netleşmesini en azından o anda sanıyorum, hiç ama hiç istemiyordu.



Bir kaç saniyelik zaman dilimi uzadı, uzadı sanki hiç bitmedi, kendimi onun yerine koydum, anamı ve babamı çöp konteynerini karıştırırken düşündüm, çocukluğuma şöyle bir gidip geldim, sonra aniden büyüdüm ana babasının yerine geçtim, çocuklarımı onun yerine koydum, içim cayır cayır yandı, yüreğim daraldı, bunaldım, boğazım düğümlendi, yutkunamadım, gözyaşlarım süzüldü, insanlığımdan utandım.



Ben diyorum ki, eğer bir kişi bile çöplerden ekmek arıyorsa, yerlerden sebze ve balık artığı topluyorsa, soğuk kış gecelerinde sokakta yatıyorsa, işi gücü ve bir geliri yoksa, akşam evine bir şey götüremiyorsa, ailesi çoluk çocuğu aç yatıyorsa, bu memlekette huzurdan, mutluluktan, gelişmişlikten kesinlikle söz edemezsiniz, ederseniz de buna insan olan, inançlı olan, bir vicdan ve bir yürek taşıyan kimse inanmaz, inanmamalıdır.



''Benim gelirim kendime yetiyor, ben ne yapayım, o da onun kaderi'' demek ve sırtını dönüp gitmek, insana da Müslüman’a da asla yakışmaz. Bunda kaç milyonsak hepimizin sorumluluğu ve yapmamız gereken görevimiz vardır.



Olmaz ya, bir an için oldu diyelim, o kadar çaresiziz ki, hiç bir şey veremiyoruz, hiç olanağımız yok, o zaman ona yakın duralım, içtenlikle sahiplenelim, derdini, sıkıntısını dinleyerek en azından manevi anlamda paylaşalım, azaltmaya çalışalım, yüreğimizi açalım tertemiz, hilesiz, sımsıcak sevgimizi verelim, içini ısıtalım ki, soğuktan bir daha titremesin. Eğer bunu da yapamıyorsak, o zaman gün gelir, birileri insanlığımızı tartışmaya açar, o zaman bizim de kendimizi savunma anlamında söyleyecek hiç bir sözümüz olamaz.



Lütfen çok daha fazla duyarlı olalım, sıkıntılı insanların bize gelmelerini, yüz acıtmalarını beklemeyelim, onları hissedelim, arayalım, bulalım ve insan olmamızın gereğini yerine getirerek ellerine sımsıkı sarılalım, onları sevgiyle, şefkatle kucaklayalım ve hiç bırakmayalım. Unutmayalım ki, bize verilen varlık, mal, mülk, para ilahi bir sınavın gereğidir ve kesinlikle ''Rabbena, hep bana'' diyelim ve hepsini kendimiz yutalım diye verilmemiştir.

Sevgilerle ve sevdiklerinizle kalın.

Av.Tevfik DÜNDAR
 

ŞAİRANE
EDİTÖR tarih 07.12.2010, 13:56 (UTC)
 yalnız senin düşündeyim bu gece
binbir türlü kelimeye yer vermek varken dilimde
mühürlenmiş sanki dudaklarım,
adından gayrısına vurulmuş kelepçe.
başka bir şey düşmüyor gönlüme
yalnız adın: iki hece..

ah yağmur altında ceketsiz bir şair olmak vardı şimdi
o zaman olurdu belki, anlatırdım seni
en umutsuz günlerde açan kırizantemler mi derdim sana kim bilir,
yoksa toprağa düşen ilk yağmur tanesi mi ne..
ama affet beni ne şairim ben
ne de süslü sözlerim var sana
yalnız adın gönlümde: iki hece
ondan gayrısı mühürlenmiş
dudaklarıma vurulmuş kelepçe...
tuncay doğan
 

<- Geri  1 ...  7  8  9 10  11  12  13 ... 19Devam -> 
 
  Bugün 2 ziyaretçikişi burdaydı!

www.bostanderesimahallesi57.tr.ggwww.bostanderesimahallesi57.tr.gg

 
 
KARADENİZ'İN YENİ DOĞAN GÜNEŞİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol