BOSTANDERESİ MAHALLESİ
  MEZHEPLER(YORUMLAR)
 

MEZHEPLER

Mezheb (özgün şekli B harfi ile) gidilen yol, tarz, tavır, yorum, tutum anlamlarındaki 'zehab' kökünden bir sözcük olup 'din konusunda oluşmuş yorum ekolü' demektir.Bilim ve hukuk hayatında bu yorum ekollerine 'doktrin' veya 'literatür' denmek-
tedir. Yani mezhep beşerî bir kurumdur; bir bilim ve düşün kurumudur. Yorumu kim getirmişse mezhep onun malıdır ve onu bağlar. Elbette ki bilim ve düşünce adına birilerini izlemek isteyenler de bu yorumların birini veya birkaçını izleyebilirler.

Mezhep konusunda şu üç noktanın bilinmesi son derece önemlidir:

Birincisi: Mezhep din değildir, kutsal değildir; din bilimleriyle uğraşan bilim adamlarının kişisel yorumlarıdır. Bu yorumlar, onları üretenlerin hayatlarında bile birçok kez değişebilmiştir. Çünkü bilim adamı da hata eder; sonra bu hatasının farkına vardığında onu düzeltir, yerine yeni bir yorum veya tespit koyar. Bu, bir bilim adamının yetersizliğine değil, yenileşmeye, gelişmeye açık olduğuna kanıttır; bilim adına bir onurdur.

İkincisi: Bir toplumda bilim ve düşün faaliyeti ne kadar zengin ve canlı ise o toplumda mezhep faaliyeti ve sayısı da o ölçüde zengindir. Çünkü bilen ve düşünen insanların çokluğu, daha çok yorumun doğmasıyla eşanlamlıdır. Daha çok yorum, daha 
çok mezhep demektir.İslam'ın yaratıcı bilim ve düşünce devri olan ilk üç asırda yüzlerce mezhep vücut bulmuştu. Bu bir be-
reket ve gelişme göstergesidir. Ne zaman ki bilim ve düşün faaliyeti durakladı, herkes kendisi ve bilim adına değil, Allah'ın 
avukatı gibi Kur'an ve Peygamber adına hüküm vermeye başladı; halk da kendisine benimsetilen yorumları dokunulmaz kı-
lıp kutsallaştırdı. Yeni yorumlar üretimi durduğu için eski mezhepler din olmaya başladı.

Üçüncüsü: Mezhep yorumları içinden herkes istediğini seçebilmelidir. Bu seçim engellenip "Sadece bir kişinin yorumunu 
esas alabilirsiniz"
dendiği anda mezhep dinleştirilmiş ve ikinci bir din yaratılmış olur.Bu, tartışmasız ve tevilsiz putperestlik-
tir. Bir insan, sadece filan veya falan mezebin İslam'ı temsil ettiğini söylerse dinden çıkar. Çünkü böyle bir söylem, Allah'ın dinine karşı yeni bir din ortaya sürmenin ta kendisidir. Mezhebin yorumunu almakla, o yorumu din yapmak tamamen ayrı şeylerdir.


                              BİD'ATLAR, HURAFELER

          *Mezheplerin Dini Tamamladıklarını Sanmak Veya Savunmak:

Mâide 3. ayete açıkça aykırı olan bu anlayış Tanrı'ya bir hakaret ve sonuç olarak da şirktir. Allah'ın, "Bugün mükemmel 
hale getirdim, tamamladım..." (Mâide, 3)
dediği bir din ancak anlaşılmak için incelenir, eksiklerini tamamlamak veya kem-
ale erdirmek için değil. İslam dünyasının asırlardır süren mezhep anlayışı ikinci yolu seçmiş ve mezhepleri dini tamamlayan birer faaliyet olarak görmüştür. Bunun içindir ki, bu anlayış mezhep kabullerini tıpkı Kur'an ayetleri gibi, hatta onlardan 
-hâşâ- önce dokunulmaz kılıyor.

Mezhep kabullerine uymayan ayetleri tevil eden veya mensûh (hükümden düşmüş) sayan ekoller ve fakîhler vardır. Ubey-
dullah el-Kerhî (ölm. 340/ 951) denen 'mezhepperest' Hanefî fakîhi bunların tipik örneklerinden biridir. Sözlerinden buram buram şirk tüten bu adama göre, mezhebin kabullerine uymayan ayetler ve hadisler ya tevil edilir yahut da mensûh sayılır. Aynen şöyle diyor: "Mezhebimizin hükümlerine uymayan her ayet ya tevil edilmiştir yahut da mensûhtur. Her hadis de böyledir." (Kerhî'nin er-Risâle'sinden naklen Hayreddin Karaman; İslam Hukuk Tarihi, 251) Kerhî'nin çıkardığı bu kerih kokuya göre, mezhebin kabulleriyle ayet ve hadis arasında çelişme ve çatışma çıktığında mezhebi Allah'a ve Peygamber'e uydurmaya kalkmayacağız, Allah'ı ve Peygamber'i mezhebe uyduracağız. Ne diyelim, Kerhî'nin cehennemdeki çukuru derin olsun! Kerhî gibilerin açtığı çığır yüzündendir ki mezhepler dinleştirildi ve giderek tefrika (bölünme, parçalanma, bölücülük) şirkinin birer aracı haline getirildi.


          *Hak Mezhep Deyimini Kullanarak Allah'a Ait Bir Sıfatı İnsana Vermek:

Mezhepperestliğin en yıkıcı söylemlerinden biri de bazı mezhepler için 'hak mezhep' nitelemesi yapılmasıdır. Bu söylemde 
iki İslamdışılık yan yanadır. Birincisi, 'hak' sıfatının beşerî bir kurum olan mezhep için kullanılması, ikincisi, belli bir toplu-
luğun benimsediği yorumların hakkın ta kendisi gibi gösterilmesi...

Kur'an'ın açık beyanlarına göre, Hak, Allah'tan gelir; bunda asla kuşkuya düşülmemelidir. (2/147; 3/60) Peygamberler bile hakkın kendisi değil, sadece tebliğcisi olabilirler. Hak sıfatı yalnız Allah'a verilebilir. (Yûnus, 32) Şu halde, aynı zamanda Allah'ın isim-sıfatlarından biri olan hak sözcüğünü beşerî kurumlar olan mezheplere sıfat yapmak açık bir sapıklıktır. Ve şu halde 'hak mezhep' tâbiri küfürdür; kullananların tövbe etmeleri gerekir.


          *Mezheplerin Sayısını Dondurmak, Örneğin Dört Mezhebi Geçerli Sayıp Ötekileri Dışlamak:

Bu da açık bir bühtandır, bir insanlık suçudur. İslam ümmetinin düşünen benliklerince üretilmiş bilgi mirasının büyük bir kısmını inkâr etme nankörlüğüdür. Hicretin daha ilk iki asrında yüzü aşkın mezhep vardı. Bunların sadece dördünü alıp öt-
ekileri yok saymak nankörlük ve cehalettir.O yok sayılan mezhepler içinde bugün baş tacı edilen mezhepleri kuranların ho-
caları, eğiticileri vardır. Üstat mevkiindeki o insanlar ve ekolleri yok sayılınca sonrakiler nasıl anlam kazanacak?! 

Geleneksel Emevî-egemen din anlayışı, kendi yorum ekolleri dışına çıkanları 'dinsiz, İslam dışı' ilan etmiştir. Bu engizisyon zulmü asırlardan beri işlenmektedir. Bazen açık, sezan maskeli biçimde.

Anılan zulmü en kahırlı şekilde sergileyenlerden biri de Osmanlı yönetimidir. Bu yönetim, güdümüne girdiği (veya güdümü-
ne aldığı) Arapçı-Emevîci ulemanın fetvalarıyla tam bir mezhep engizisyonu estirmiştir. Bir yandan mezhepleri savunmak iç-
in "İhtilaf rahmettir, ümmet her konuda farklı fikirler üretmeli" denmiş, öte yandan egemen kabullere ters düşen yorum 
ve açılımlar sert bir engizisyon müdahalesiyle din dışı ilan edilmiştir. 

Mezhep çekişmelerinin onca kahrı çekildikten sonraki bir zamanda bile nasıl bir tavır takınıldığını, Osmanlı'nın son zaman-
larından bir örnekle göstereceğiz. Osmanlıların en uzun süreli şeyhulislamlık görevlerinden birini (1718'den itibaren yakla-
şık 13 yıl) yapmış olan Yenişehirli Abdullah Efendi (ölm. 1743) Behcetü'l-Fetâva adıyla kitaplaştırılan ve Osmanlı İmparat-
orluğu'nun en saygın fetva kaynaklarından biri olan ünlü fetvalarında, Şiî ve Alevî Müslümanlar için akıl almaz ağırlık ve 
çirkinlikte küfür fetvaları vermektedir. Bir değil, birkaç kez verilmiş bu fetvalardan bazı örnekleri, Abdullah Efendi'nin ki-
tabından seçip özetleyelim:

"Ravâfız-ı acem taifesi millet-i islamdan hariçlerdir. Ve mürtedîn hükmünde ve kıtalleri vaciptir. Min gayrı maslahatin hal-
leri üzerine terk olunmak caiz değildir. Maktulleri ve sair mevtaları ehl-i nar hükmündedir. Namazları kılınmaz ve makab-
ir-i müslimîne defnolunmazlar."
(Behcetü'l-Fetâva, 174)

Günümüz Türkçesi ile şu demek: "Şiî acem kitlesi İslam milletinin dışında bir millettir. Mürted hükmündedirler ve öldürül-
meleri vaciptir. Önemli bir gerekçe olmadan kendi halleri üzerine bırakılmaları caiz değildir. Öldürülenleri ve ölenleri ceh-
ennemliktir. Namazları kılınmaz ve Müslüman mezarlığına gömülmezler."

"Acem Şiîlerinin diyarları darülharptir ve üzerlerine ahkâm-ı mürtedîn icra olunur." (Aynı eser, 175) Yani: Şiîlerin ülkeleri darülharptir ve onlara mürtedlere ilişkin hükümler uygulanır." (Bu demektir ki bulundukları yerde öldürülürler, malları ve kadınları öldürenlerin ganimeti olur.)

"Melâin-i mezbûrenin İslam'a gelmeyen ricali alâ tarîkil istîsal katl ve nisa ve sıbyanı katilden gayrı tarikle islamacebr ol-
unur... Ol diyarda mütemekkin olup küfr-i aslî ile kâfir olanlar harbî hükmündedir; rical, nisa ve sıbyanı İslam'a cebrolun-
maz..."
(Aynı eser, 175)

Günümüz Türkçesiyle: "Anılan melun kitlenin İslam'a girmeyen erkekleri kökü kazınmak suretiyle öldürülür, kadınları ve çocukları öldürülmez, zorla islamlaştırılır... O ülkede yaşayıp doğuştan kâfir olan gayrımüslimler zimmî konumundadır; er-
kekleri, kadınları ve çocukları zorla Müslümanlaştırılmaz..."
 

"Ravâfız-ı acem diyarları üzerlerine ehli islamdan hücum eden kimselerin melâîn-i mezbûrenin nisalarında seby ve istirkak ittiklerinden islama gelenlerin milk-i yemin ile vat'ları caiz olur mu? Elcevap: Olur." (Aynı eser, 176)

Bugünkü Türkçe ile: "Acem Şiîlerinin ülkelerine saldıran Müslüman kimselerin, bu melunların kadınlarından esir edip köleleştirdiklerinden İslam'a girenlerin, câriyeleştirmek suretiyle yatağa alınmaları caiz olur mu? Cevap: Olur."

"Diyarları darülharp olan ravâfız-ı acem biladından nahcivan nâm belde ahalisinden zeyd-i râfızî, ol beldede iken küfri mûc-
ip olan itikadât-ı fâsidesinden rücu' ve şeref-i islam ile müşerref olup ehli sünnet ve cemaat mezhebi üzere mûtekit olduk-
tan sonra temekkün ve teehhül idüp ba'dehu fevt olsa zeydin hal-i rafzında malik olup nahcivanda olan akarâtı dâr-i islam-
da olan veresesine intikal ider mi? El cevap: İtmez."
(Aynı eser, 177)

Bugünkü Türkçe ile: "Ülkeleri darülharp olan İran Şiîlerinin kentlerinden Nahcivan adlı kentin ahalisinden Şiî Zeyd,o kent-
te yaşarken kâfirliği gerektiren bozuk inançlarından dönüp İslam ile şereflenip Ehlisünnet velcemaat mezhebi üzere inanç-
landıktan sonra yerleşip evlense, sonra da ölse Şiî inancı üzere iken Nahcivan'da edindiği malları İslam diyarında bulunan mirasçılarına intikal eder mi? Cevap: Etmez." 

"Diyarları darülharp ve ahalisi mürtedîn hükmünde olan ravâfız-ı acem diyarı üzerine hücum iden asker-i islam ol ravâfızın nisvanlarını seby ve istirkak ittikten sonra ol nisvanların kablel istirkak zevcleri olan kimesneler zuhur idüp ol nisvanları 
eyd-i müslimînden bir tarîkle tahlîs murad eyleseler mezbûrlara müsaade olunup nisaları virilmek meşru mudur? El cevap: Değildir."
(Aynı eser, 178)

Günümüz Türkçesiyle: "Ülkeleri darülharp ve ahalisi mürted hükmünde olan Acem Şiîleri üzerine saldıran Müslüman as-
kerler o Şiîlerin kadınlarını esir ve köle haline getirdikten sonra o kadınların daha önceki kocaları ortaya çıkıp o kadınları 
bir şekilde kurtarmak isteseler kadınları o eski kocalarına vermek meşru mudur? Cevap: Meşru değildir." 

"Zeyd-i müslim, kızılbaş keferesine mahsus olan kalpağı rızasıyla başına giyse ne lazım gelür? El cevap: Tecdid-i iman ve nikâh lazım gelür." (Aynı eser, 181)

Bugünkü Türkçe ile:"Müslüman bir kişi, kızılbaş kâfirlerine has olan kalpağı kendi isteğiyle başına koysa ne lazım gelir? Cevap: Bu kişinin imanını ve nikâhını tazelemesi gerekir."

"Sultanül müslimîn padişahımız hazretlerinin taraf-ı bâhiruşşereflerinden cihad içün tayin olunan asâkir-i islam ol diyar üze-
rine hücum idüp mukaddema virilen fetva-i şerifin mantûku üzere ravâfız-ı mezkûenin ricallerini katl ve nisa ve sıbyanını 
seby ve istirkak ve mallarını ganimet idüp dar-i islama ihraç ve ol nisaların dar-i islama gelenlerini malik olan kimesneler 
milk-i yemin ile vat' ittiklerinde müslim olan zeyd, 'ravâfız-ı mezkûrenin üzerlerine cihad ve ricallerini katl haramdır ve nisa 
ve sıbyanlarını seby ve istirkak ve mallarını ganimet meşru değildir, nisalarını ba'del islam vat' zinadır' deyüp bu vech üzere 
itikad eylese zeyde ne lazım olur? El cevap: Tecdîd-i iman ve nikâh lazım olur; musır olursa katl olunur." (Aynı eser, 181)

Günümüz Türkçesiyle: "Müslümanların sultanı padişahımız hazretlerinin en yüce şerefi taşıyan makamlarından cihat için 
tayin edilen Müslüman askerler râfızî ülkesine saldırıp daha önceden verilmiş bulunan şerefli fetva gereğince anılan râfız-
îlerin erkeklerini öldürüp kadınlarını ve çocuklarını esir ve köle haline getirse, mallarını ganimet kılıp islam ülkesine geçir-
se ve o kadınların İslam beldesine gelenlerine sahip olan kimseler onları câriyeleştirmek suretiyle yataklarına almış olsalar 
ve böyle bir durumda Müslüman bir kişi bu yapılanların meşru olmadığını söylese, bu insanların Müslümanlaştıktan sonra kadınlarına tecavüzün zine olduğunu iddia etse ve böylece inansa bu Müslüman kişiye ne yapmak gerekir? Cevap: İman ve nikâhını yenilemesi gerekir. İnancında ısrar ederse katli gerekir."

Özetlediğimiz bu fetvaların bir dökümünü yaparsak, bir Sünnî-Hanefî beldesi olan Osmanlı ülkesinin resmî fetva makamının birer Müslüman mezhebi olan Şiîlik ve Alevîlik mensuplarına bu bakışının tartışmasız sonuçları şunlardır:

1. Şiî inancına sahip kitleler, kâfirdir. Ancak bunların kâfirliği bir küfr-i aslî (doğuştan kâfirlik) değildir.Bunlar sonradan kâ-
fir olduklarından mürted sıfatı taşırlar.Bunun sonucu olarak, bu mezhep kâfirlerine muamele gayrımüslimlere muameleye benzemeyecektir. Gayrımüslimlerin mallarına, canlarına dokunulmaz, kadınları, çocukları Müslüman olmaya zorlanmazken 
öteki mezhepten olanlara mürted muamelesi yapıldığı için onların canları alınır, mallarına el konur, kadınları câriyeleştiri-
lir, çocukları da zorla Müslümanlaştırılır. 

2. Müslüman sıfatı sadece ehlisünnet mezhebi için geçerlidir. Bunun içindir ki "Müslüman olmak" ile "Ehlisünnet mezheb-
ine girmek"
eşanlamlıdır.

3. Mezhep kâfirlerinin katledilmeleri, mallarının yağmalanıp kadınlarının ve çocuklarının köleleştirilmesi için onların 'İslam diyarı'na yani Sünnî mezhep topraklarına saldırmaları gerekmez. Onlar, kamu yararı gerekli kılmadıkça asla rahat bırak-
ılmamalı, ülkeleri saldırı ve yağmaya sürekli mâruz tutulmalıdır. 

4. Şiîlerin ülkeleri darülharptir. Yani, orada yaşayanları öldürmek helal, öldürülenlerin mallarını ganimet olarak yağmala-
mak meşru, geride kalan kadınları câriyeleştirmek serbesttir. Çocuklar ise zorla 'Müslümanlaştırılır' yani sünnîleştirilir. 

İşte, gelenekçi fıkhın bir yandan 'rahmet ve bereket' ilan edip öte yandan en ağır zulüm, kahır, tekfir, cinayet ve yağmala-
maların gerekçesi saydığı mezhep farklılığının tarih tarafından belgelenmiş tablosu...

Burada bir gerçeğin daha altını çizmek borcundayız: Siyaset dinciliğinin siyasal hasımları etkisiz kılmada esas aldığı dinsel tavır ve dinsel söylem, şurada verdiğimiz fetvaların ortaya koyduğu mantık ve tavırdır. Siyaset dinciliği, hasımlarını önce 
kâfir ilan etmekte, bunun zorunlu sonucu, onların 'düz kâfir' değil de mürted ilan edilmesi olduğundan bu siyasal rakiplerin 
canları ve malları helal hale gelmektedir. Böyle olunca da, siyaset dincilerinin hasımları, akla gelebilecek her türlü zulüm, 
cinayet, yağmalama, iftira ve saldırıyı hak etmiş cehennemlikler olmakta ve onlara yapılacak her türlü kötülük
'Allah rıza-
sına hizmet'
haline gelmektedir. Yani, siyaset dinciliği, hiçbir Allahsızlığın tenezzül ve tevessül edemeyeceği bir zulüm ser-
gilemekte, insan haklarına ve insana kötülüğü ibadetleştirmektedir...


          *Mezheplerin Yorumlarından Seçmeler Yapılamayacağını İddia Etmek:

Mezheplerin her birinden bazı yorumları alıp yeni bir sentez yapma (telfîk-i mezâhib) eğilimi mezhebi dinleştirenler tarafın-
dan bir tür dinsizlik gibi gösterilmiştir. Bunun sebebi, mezhepleri din haline getirme illetidir. Allah'ın tek ve değişmez dini a-
dına onlarca ekol doğarken sesi-sadası çıkmayanlar, bu ekollerin yorumları arasında tercihe kalkıldığında kıyameti kopar-
maktadırlar. Bilim adamlarının yorumlarından kitlenin yararlanmasına engel olmanın iyi bir yanı olamaz. Hiçbir mezhebin yorumu din değildir.O halde, halk, yorumlar arasından istediğini seçer, hayat şartlarına, yaşadığı zamana ve zemine göre bu seçtiklerini birleştirerek kendisi için bir dinsel yaşam şekli belirler. Buna hiç kimse engel olamaz. 

Yoruma ve kişilere itibarımız yok deniyorsa o zaman halka, "Hiçbir mezhebe itibar etme, Kur'an'ı oku, ne anlıyorsan onu yaşa" densin! Bu söylenmiyor, halkın kendi ihtiyaçlarına göre seçim yapması da engelleniyor. Bunun adı, din içinde despo-
tizm kurmaktır. Bu despotizmi kuranlardan İslam ümmeti elbette ki davacı olacaktır. Ümmetin mâruz bırakıldığı en büyük 
zulümler ve baskılar bu despotizmin ürünüdür. Kitleleri tevhit dininin patenti altında putperestlik yaşamaya iten bela da bu 
despotizmdir.

Sözün özü şudur: Her insan, Kur'an'ı okuyarak ondan anladığını yaşayabilir. En iyisini yapması gerekmiyor. Kendi aklıyla yürüyüp hata yapmak, onun-bunun kölesi haline gelerek isabetli olmaktan yeğdir. İnsana ve Kur'an müminine yakışan bu-
dur. Kitlelere, "Davar sürüsüne dönüşmeyin!" emrini veren, Kur'an'dır. (Bakara, 104) Kur'an'ı tebliğ eden Nebi bize mez-
hep bırakmamış, Kur'an'ı bırakmış ve ona yapışın demiştir. 

Doğrudan Kur'an'a gitme yolunu seçmeyip zahmetsiz ve hazır yola girenlerse daha önce yapılmış yorumlardan kendi şart-
larına uyanları seçebilir. Bir meselede bir mezhepten, bir başka meselede bir başka mezhepten yararlanabilirler. Yorum 
yorumdur. Ya bunların tümüne karşı çıkılır, yahut da isteyenin istediğini seçmesine izin verilir. 


          *Mezhep Yorumlarının Artık Değişmeyeceğini, Din Hakkında Son Sözün Bu Yorumlar Olduğunu, 
            İçtihat Kapısının Kapandığını İddia Etmek:

Mezhepleri din haline getiren zihniyetin işlediği en büyük suç budur. Bu suç, İslam toplumlarının asırlardır hayat ve can damarlarını tıkamış, düşünmeyi âdeta günah haline getirmiştir. Putlaştırılan mezhep imamları, din hakkında son sözü söyle-
yen yarı-ilah varlıklara dönüştürülerek Kur'an'ın yeni zamanlara ve mekânlara vereceği yeni reçetelerin vücut bulması im-
kân dışına çıkarılmıştır. 

İçtihat kapısının kağandığını söylemek, İslam ümmetine, Firavunların, Ebu Cehillerin, emperyalistlerin, sömürgecilerin, iş-
galcilerin yapabilecekleri kötülüklerden daha beterini yapmaktır.İçtihat yani bilimsel ve düşünsel faaliyet kapısı kapanmış-
sa, İslam, eski devirlerin kabile dinlerinden biri olarak devrini doldurmuş demektir. Düşünen insanları susturmak ve bastır-
mak için Allah'ın açık tutulmasını istediği bir kapıyı kapatmayı din sayanların yaptıkları nereden baksanız büyük bir cinay-
ettir. Bu cinayeti işleyenlerden bu ümmet, Allah'ın ve tarihin huzurunda elbette ki davacı olacaktır.



                                                                                    İslam Nasıl Yozlaştırıldı - Y. Nuri Öztürk -

 
  Bugün 3 ziyaretçikişi burdaydı!

www.bostanderesimahallesi57.tr.ggwww.bostanderesimahallesi57.tr.gg

 
 
KARADENİZ'İN YENİ DOĞAN GÜNEŞİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol