BOSTANDERESİ MAHALLESİ
  TARİKATLARIN YAPISI
 

                                                     TARİKATÇILIK

Tarikatlar, İslam tarihinin 5. asrının sonlarıyla 6. asrının başlarında teşkilatlanan ve yayılmaya başlayan yarı siyasal - yarı dinsel kültür, edebiyat, sanat, felsefe, müzik, spor kulüpleridir. Bu kulüp sözcüğünün altını çizmek isteriz. Gerçekten bazı tarikatlar, meşreplere, mizaçlara, yerel özelliklere cevap veren kültür-felsefe-sanat kulüpleriydi. Tarikatlar içinde, esnaf teşkilatı, asker ocağı olarak çalışanlar da vardır. Ünlü Ahi Teşkilatı birinciye, sınır boylarında mekân tutan ribatlar ikinciye örnektir.

Tarikatlar bu yönleriyle ve yozlaşma devri ürünü olmalarına rağmen değerli hizmetler vermiş, spor, sanat, müzik vs. alanlar-
ında birçok değer üretmiş kültür ocakları oldular. Onlar ayrıca, ahlak, fedakârlık, sevgi gibi temel insanlık değerlerinin seç-
kin örneklerini veren birçok büyük ruhlu insan da yetiştirdiler. Bu durumlarını şu iki illete bulaşıncaya kadar sürdürdüler. Kendilerini dinin temsilcisi saymak, çıkar hesapları uğruna siyaset ve saltanatın güdümüne girmek.

İşin bir başka yanı da şudur: Tarikatların sahneye çıkış tarihi, İslam'da yaratıcı bilim ve düşünce devrinin duruşuyla örtüş-
mektedir. Tarikatlar, taklitçilik ve miras yeme devrinin temel kurumlarıdır.

Bu kurumlar, olumsuzluklar açısından bakıldığında, her şeyden önce, tasavvuf düşüncesinde yozlaşma ve düşüşün göstergi-
si ve başlangıcı oldular. Tarikatların ortaya çıkışı, tasavvufta yatay anlamda bir büyümeyi getirirken, dikey anlamda bir çü-
rümenin ifadesi olmuştur. Tasavvuf, tarikatlar eliyle dar ve kapalı çerçevesinden çıkıp büyük kitlelere açılmış, yaygınlık ve etki alanını genişletmiştir ama kalite açısından yozlaşmaya mâruz kalarak her gün biraz daha sığlaşmıştır.

Kaliteden kayıp pahasına vücut bulan büyüme, aynı zamanda İslam'ın özünden yani Kur'an'dan uzaklaşmanın da ifadesidir. Kitlelere yayılma, kitlelerin taşıdıkları eski örf ve kabullerin bünyeyi sarmasını da beraberinde getirmiştir. Kısacası, tarik-
atlar, tasavvufta, değişik kültürlerin pagan veya yarı pagan kalıntılarıyla birleşerek Kur'an dışı bir kurum olmaya doğru git-
me sürecini açmıştır. Zamanla, özün yerini şeklin, ciddiyetin yerini idare-i kelamın, eylemin yerini laf ustalığının ve nihayet tevhit ölçülerine sadakatin yerini şirk kültürleriyle uzlaşının alması kader haline gelmiş ve tarikatlar bir tür şirk üreten ku-
rumlara dönüşmüştür.

Günümüzde tarikatların durumu ve konumu, neredeyse tamamen Kur'an dışı ve tamamen siyasaldır. Mevlevilik ve Mela-
milik, kısmen de Halvetîlik ve Rifaîlik gibi bazı tarikatlar Kur'an ve Muhammedi şuur eksenini hâlâ koruyor olsa da bunla-
rın kitlesel etkileri yok denecek düzeyde olduğundan kader belirleyici konuma gelememektedirler. Kitlesel çapta rolü olan-
lara gelince bunlar klasik-derunî anlamda birer tarikat olmaktan çıkmış bulunuyorlar.

Tekkelerin birer meyhane ve kerhaneye dönüştürüldüğünü, artık bunlardan hayır gelmeyeceğini, kapatılmaları gerektiğini söyleyen ilk zat, tasavvufun 19. yüzyıldaki 'Kutbul Ârifîn' (Hak Erlerin Kutbu) ve 'Pîr-i Mukaddes-zamîr' (Kutsal Gönüllü 
Pîr) ünvanlarını taşıyan büyük önderi Kuşadalı İbrahim Halvetî (ölm. 1845) olmuştur. Denebilir ki Türk dünyasında Musta-
fa Kemal Atatürk'ten yüz küsur yıl önce tekkeleri kapatan zat Kuşadalı'dır. Atatürk bu işin resmî tescilini yaptı.
(Kuşada-
lı'nın devrim niteliğindeki düşüncelerinin geniş tahlili için bizim, Kuşadalı İbrahim Halvetî adıyla yayınlanmış doktora çalış-
mamıza bakılabilir).


Kendisini 'Mevlâna Celaleddin Rûmî'nin bu yüzyıldaki müridi' olarak tanıtacak kadar tasavvufa saygılı olan büyük şair-dü-
şünür Muhammed İkbal (ölm. 1938) bile bu gerçeği tevil edememiş ve tarikatların 'pîrizm: şeyhperestlik' eksenli bir şirk 
ocağına dönüştüğünü, bu ocakların Kur'an denetiminde yeniden yapılandırılması gerektiğini, mevcut halleriyle İslam'a zar-
ardan başka hiçbir şey getirmediklerini defalarca ve çok sert ifadelerle duyurmuştur.

Büyük İkbal'in bu tespitlerine eklenecek yeni olumsuzluklar vardır: Bunların başında, tarikatların militanlaşması, çeteleş-
mesi gelmektedir. Birçok zeminde silahlı tehdit unsurları olarak iş gören ve kitleye kin, nefret ve şiddet aşılamayı esas alan 
klik ve ekipler şu veya bu tarikat adlarıyla faaliyet göstermektedir.Belirgin niteliği sevgi, tevazu, hizmet, merhamet olan ta-
savvuf, bu siyasal ve yarı militan yeni ocakların elinde maddî-manevî sömürü ocaklarına dönüştüler. Yüzyılımızın en büyük 
ve en sinsi soygunları arasında sayılabilecek olan ve çapları 20-30 milyar dolarlarla ifade edilen
'Yeşil Sermaye Vurgunla-
rı'
nın önderleri ve çeteleri de büyük çoğunluğu ile andığımız tarikat çevrelerindendir.

Türkiye coğrafyasından baktığımızda bunların hemen tamamında bölücülük, iftira, tehdit, sömürü, siyasal mevki hırs ve entrikası en Makyavelist ve insafsız araç ve usuller kullanılarak sergilenmektedir. Kendilerini İslam ve Kur'an adına en iyi niyetlerle eleştirenleri etkisiz kılmak için ürettikleri iftira ve ithamların bir listesini yapmak bile ürpetici tablolara vücut ve-
rir. Hasım gördüklerini yıpratmak için teşebbüs etmeyecekleri hiçbir şeyin olmadığı kanısının kitleleşmesine bizzat kendile-
ri sebep olmuşlardır. Bunların ekranlara taşan ve ülkenin gündemini haftalarca, aylarca meşgul eden olumsuzlukları, halkın 
sadece tasavvuftan nefretine yol açmakla kalmamış, dine, Kur'an'a, Peygamber'e saygı ve sevgisini de sarsmıştır.

Bizim bu eserdeki ilkelerimiz ve tarzımız içinde kalarak bakarsak, tarikatçılık ve tarikatlarla ilgili olarak şu olumsuzlukların altını çizebiliriz:


                              BİD'ATLAR, HURAFELER

          *Tarikatları Allah'a Götüren Yol Saymak:

Tarikatlar birer kültür-folklor ocağı olmaktan çıkarılıp dinin işlevlerini yüklenen kurumlara dönüştürüldüğünde tartışmasız 
bir biçimde İslam dışı olurlar. Çünkü Allah, dininin mensuplarını bir tek yola çağırmakta, sadece o yolun Allah'a götürece-
ğini bildirmektedir. Bu yol, Kur'an'ın deyimiyle sırat-ı müstakîm yani dosdoğru yoldur. Kur'an bu yolun, sadece bu yolun 
Allah'a götüreceğini, bunun dışında yollar edinmenin Müslümanları fırkalara bölüp parçalayacağını çok açık bir biçimde if-
ade etmiştir:

"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin; başka yolları izlemeyin ki, sizi Allah'ın yolundan ayırıp parçalara bölmes-
in!" (En'am, 153)

Bizim bu eserde 'yolu parçalama' olarak şirk başlığı altında ele alıp açıkladığımız bu illetin bir numaralı üreticileri tarikatlar olmuştur. Tarikat zaten yol demektir. Allah bir tek yol öneriyor, tarikatlar ise birçok yol öneriyor. 

İslam dünyasının tarikat yollarını izleme serüveninin bizi getirdiği yere bakarsak, tarikatların dediğinin yanlış olduğunu gö-
rürüz. Çünkü İslam dünyasının, tarikatlar tarafından getirildiği bugünkü yer, yürekler acısıdır. Demek oluyor ki tek yol ö-
neren Allah doğru söylemiştir. Vaadinde sadık olan O'dur. Ve reçete, biraz önce verdiğimiz En'am 153 ile onun bir başka if-
adesi olan Âli İmran 103. ayettir.


          *İman Kardeşliği Dışında Bir Tarikat Kardeşliği İcat Etmek:

Kur'ansal kimliği ilkin Emevî'nin saltanat dinciliği parçalamıştı; ikinci parçalanmayı tarikat dinciliği getirdi: İhvancılık adı altına...

Bırakın yedek ilah haline getirilmiş şeyhlerin icat ettikleri ve bir bölücülük aracı olarak kullandıkları tarikat kardeşliğini, muvahhit İslam bilginleri içinde, Hicret sonrası Hz. Peygamber tarafından oluşturulduğu söylenen 'Muhacirlerle Ensâr ara-
sındaki hicret kardeşliği'
ni bile Kur'an dışı bulanlar vardır. Onlara göre, Hz. Peygamber hiçbir Mekkeli mümini, hiçbir Me-
dineli müminle özel olarak kardeş filan ilan etmemiştir. Bu yoldaki rivayetlerin tümü iftira ve uydurmadır. Çünkü Kur'an, "Müminler sadece kardeştirler" (Hucurât, 10) ilkesini baştan koymuş, Hz. Peygamber'de tüm Müslümanların birbirlerinin kardeşi olduklarını defalarca ifade buyurmuştur. Bu İslam-iman kardeşliğinin yanına başka kardeşlikler koymak bölücü-
lüktür. 

Hucurât Suresi 10. ayet müminleri kardeş ilan ettikten sonra "Kardeşleriniz arasında barışı yerleştirin!" emrini veriyor. Tarikat ihvanlığı ise yapay bir kardeşlik ilan ederek müminler arasında kavga, fesat ve bölünme yaratıyor. (Bu konuda ge-
niş bilgi için bk. İbn Teymiye; Resâil, 1/159 vd.)

İblis'in insanı nasıl tökezlettiğini inceleyen İbnül-Cevzî (ölm. 597/1200) ünlü eserinde şunu söylüyor: "Resul zamanında in-
sanlar sadece imana ve İslam'a nispet edilerek Müslüman ve mümin diye anılırlardı. Öteki adlar-ünvanlar sonradan uydur-
uldu." (İbnül-Cevzî; Telbîsü İblis, 185)
İbnül-Cevzî'ye göre, bu sonradan uydurulan adlara değer verilmesi, İblis'in karıştır-
ma ve tökezletmelerinden biridir.


          *Tarikat Şeyhlerini Kurtarıcı, Erdirici, Allah'a Yaklaştırıcı, Şefaat Edici Vs. Kabul Etmek:

Kendisine bu Kur'an dışı sıfat ve yetkiler verilen şeyhlerden istiğâse (yardım istemek) edilir ve tarikat inanışına göre, onlar 
bu istiğâseye hemen cevap verir, kula gerekli yardımı derhal ulaştırırlar. Kur'an bu niteliği ve bu gücü sadece ve sadece 
Allah'a tanımaktadır. Peygamberlerin bile böyle bir güç ve yetkisinden söz edilemez. 

Şeyhler insanı Allah'a yaklaştırıcı olarak da devreye sokulmuştur. Buna tarikat dilinde 'tevessül' (şeyhi aracı yapmak) de-
nir. Bu tevessül, Kur'an'ın Zümer 3. ayetine göre açık şirktir. Bu yaklaştırma daha çok 'râbıta' denen bir uygulama ile ger-
çekleştirilir. Râbıta, müridi şeyhin tüm zamanlarda ve mekânlarda denetimine sokan bir 'kişilik silme' yöntemidir. Bu yön-
temin esası, mürit denen kişinin, kendi benliğini inkar edip şeyh denen kişinin bir uydusu haline gelmek için sürekli gayret göstermesidir. Kendisini özgür bir 'ben:kişi' kabul eden hiçbir insan râbıtaya ehil sayılmaz. Râbıtanın esası, müridin kendi 
benliğini yok etmesi, şeyhin bir uydusu haline gelmesidir.
 

Buna 'şeyhte fâni olmak' denir. Resul'de ve Allah'ta fâni olmak bu birinci 'fena'yı izler.

Bu 'fâni olmak' anlayışı Kur'an kaynaklı değil, Hint kaynaklıdır.

Râbıta yoluyla insanlar üzerinde kurulan hegemonya, şeyhin ölümünden sonra da sürdürülmek istenmiş ve bunun için de 'kabirlere râbıta' denen bir uygulama devreye sokulmuştur. Bu uygulamaya göre, mürit, şeyhinin ölümünden sonra onun de-
netiminde olmaya devam etmek için onun mezarı başına gidip diz çöker ve ona râbıta yapmaya orada devam eder.

Kabirlere râbıta özellikle Nakşî tarikatinde belirgindir. Nakşî şeyhlerin gömülü bulunduğu mezarlıklar zamanla bir tür ölü-
lerden yardım istenen, ölülere sığınılan Şintoist tapınaklara dönüşmektedir.

Müridin bilgiden bekleyeceği şeyleri elde etmenin yolu da okuldan-kitaptan uzaklaştırılıp şeyhten ilhamî bilgi almak biçimi-
ne dönüştürülmüştür. Bu bilgi almanın adı 'tefeyyüz' veya 'feyizlenme'dir. Mürit bu yolla kendisine lazım olan tüm bilgileri, 
râbıta yoluyla denetimine ve güdümüne girdiği şeyhinden doğrudan alacağına inanır. Mektep ve kitapla gelen bilgi önemli 
sayılmaz. Zaten o bilgilerin yozlaşma dönemi tarikat çevrelerindeki adı 'şeytanî bilgi'dir. Önemli olan, ilhamî veya kalbî bil-
gidir ki, o da şeyhin gönlünden müridin gönlüne akar.

Şirk maddesinde genişçe açıkladığımız bu anlayışın tartışmasız bir biçimde Kur'an dışı olduğunu bir kez daha tekrarlayalım. Tarikatlarda şeyhi bu mevkie çıkaran anlayışı 'pîrizm'(şeyhperestlik) olarak anan İkbal, bu illete ağır eleştiriler yöneltmek-
te ve onu Kur'an dininin en büyük tahripçilerinden biri olarak görmektedir.


          *Tarikat Şeyhlerini Yanılmaz, Masum Kabul Etmek:

Yine açık bir Kur'an dışılık olan bu kabul tarikat ağına yakalanmış olanları şu noktaya götürür: Kurtuluş, şeyhin ağzından çıkanı dinlemektedir. O yanılmaz, çünkü bilgisi esas kaynaktan, Allah'tan gelmektedir.

Şunu hiç tevil etmeden söyleyelim: Çöküş devri tarikat mantığına göre, imanın temel şartı şeyhin ağzından çıkanı dinlem-
ektir. İslam akidesinin saydığı iman şartları sonradan gelir. Tarikat çevreleri buna teorik olarak elbette karşı çıkarlar. Ama 
tarikat disiplini ve uygulamasının özü-esası budur. İlke şöyle konmuştur. "Mürşit elinde mürit, gassal elinde meyyittir." 
Bugünkü Türkçe ile: "Şeyhin elinde mürit, ölü yıkayıcının eline teslim edilmiş ölü gibi olmalıdır." 

Mensuplarını davar sürüsüne dönüşmemeye çağıran Kur'an'ın anlayışıyla bu anlayışı yan yana düşünmek mümkün değildir.

Gassal elinde meyyite dönüştürülen kitleler, tarih boyunca bu şeflere sadece mallarını, mülklerini, itibarlarını, mevkilerini teslim etmekle kalmadılar, zaman zaman ırzlarını da teslim ettiler. Tarikatlar tarihinde bunun örnekleri az değildir. Son yıl-
larda bu çevrelerin ağına düşüp ırzını kaybeden ve bir kucaktan ötekine dolaşmaya mahkûm hale getirilen genç kadınlar-
ın ekranlara yansıyan feryatlarını hep birlikte izledik. Bunlar bu facianın içine çekilirken kendilerine söylenen şuydu: "Al-
lah'a ve cennete gidiş, efendi hazretlerinin istek ve şefaatine bağlıdır. O halde onu, memnun etmek Allah'ın iradesini bizim 
lehimize tahrik etmek demektir. Ve o halde, şeyh ne istiyorsa kayıtsız-şartsız yerine getirilmelidir. Çünkü onun istemesi Al-
lah'ın istemesidir. O, senin vücudunu ona teslim etmeni istiyorsa bu senin cenneti kazanmanın garantisi olacaktır."
 

"Her şeyi Allah'tan alan ve şeytanî bilgilerle kirlenmemiş bulunan şeyh" (!) bir şeye (bu bir hanım da olabilir) sahip olmak istiyorsa bu istek Allah'ın isteğidir, binlerce hikmeti vardır. Mürit bunun nedenini, niçinini soramaz; sorarsa feyzi kesilir, düşüşe geçer. Düşüşe geçince de öyle bir düşer ki parçası bulunmaz!

Biraz olsun aklını çalıştırıp "Neden, niçin?" sormaya yeltenen müritler, işte bu tehditle susturulur. "Eğer bizim gönlümüz-
den düşersen parçan bile bulunmaz"
Veya "Bize sırt dönersen tokat yersin." Veya: "Bizim gönlümüzü kırarsan önce şefkat 
tokatı yersin, sonra da tamamen yuvarlanıp gidersin."

Kısacası, sistem, ağın içine girenlerin itiraz etmelerini, hatta böyle bir şeyi akıllarına getirmelerini kesinlikle önleyecek bi-
çimde oluşturulmuştur. Bu ağa düşenler, susadıkça deniz suyu içenlere benzemektedir. Susuzluğu gidermek için içtikçe bir-
az daha susamakta ve sonunda mideleri parçalanmaktadır.

Bu, 'ağa düşme' tabirini bize öğreten, Kur'andır. Ankebût Suresi 41. ayet, Allah dışında birilerini evliya edinip onlardan yar-
dım ve ışık bekleyenleri, kara dul denen dişi örümceğin ağına sığınmış olanlara benzemektedir. Kara dulun tipik özelliği, 
binbir cilve ile kandırıp çiftleştiği eşini, çiftleşmenin hemen ardından o korkunç zehiriyle katletmesidir. Kur'an, Allah'ın ya-
nına-yöresine konan ve evliya diye anılan alt-ilahlara sığınanların sonlarının böyle olacağını söylemektedir. Tarih ve yaşa-
dığımız günlerdeki tablolar da bunu doğrulamaktadır.

Müslüman kitleler, tarih boyunca kara dul ihanetleriyle inlemiştir. Kara dul ihanetine dikkat çeken tek kitap Kur'an olma-
sına rağmen.


          *Şeyhi Olmayanın Şeyhi Şeytandır Demek:

Muhammed İkbal'in 'pîrizm' (tarikat putçuluğu) diye andığı tabuyu yerleştirmek ve dokunulmazlık için hadis adıyla uyduru-
lan yalanlardan biri de budur. Bu sözün hadis adıyla ortaya sürülen bir iftira olduğu tüm İslam bilginlerince kabul edildiği 
halde tarikat çevreleri bunu yaymaya ve yaşatmaya devam etmektedirler. Kur'an'ı berrak bir vicdan, sadık bir imanla oku-
duğunuzda esasında bu sözün tam tersinin doğru olduğunu anlamakta gecikmezsiniz. Çünkü şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır 
demek aracı ve şefaatçı edinmeden Allah'a kul olamazsınız demektir. Kur'an, aracı ve şefaatçı edinmeyi şirkin bir uzantısı görüyor.

Halk bu yalana öylesine inandırılmıştır ki, "Bir şeyhten el almadan cennete gidilmez" hezeyanı âdeta İslam'ın şartlarından 
biri gibi dillerde dolaştırılmaktadır.


          *Tarikat Silsilelerinin Peygamberimize Çıktığını İddia Etmek:

Silsile, karşınızdaki şeyhin bağlı olduğu ve ucunun Hz. Peygamber'e çıktığı söylenen kişiler zinciridir. Tarikat kabulüne gö-
re, şeyhler işte bu zincirle bizzat Hz. Peygamber'den feyz almakta, onunla doğrudan ve devamlı temas halinde bulunmakta-
dırlar. Bu silsile, şeyhlerin bir tür peygamber vekili gibi yetki kullanmalarına imkân sağlamakta, onları dokunulmaz kılmak-
tadır. Böyle olunca da sözleri din, imzaladıkları her şey cennet belgesi olarak görülmektedir. 

Tarikatlar öncesi gerçek tasavvuf döneminde bu silsilecilik yoktur. Bunlar, tarikatlar döneminin, durumu sağlamlaştırıp et-
kiyi artırmak için uydurdukları şeylerdir. Kur'an ve sünnetten hiçbir dayanağı yoktur. Şirk panteonlarındaki hiyerarşiyi an-
dırmaktadır, tevhit dışıdır, vahyin getirdiği edep ve terbiyeye aykırıdır.

Hiç kimse, bir silsileye bağlı olmak, falan veya filana nispeti bulunmakla seçkinleşmez. Seçkinlik eylem ve takva iledir. Ta-
rikatlar, müstesna bazı temsilcileri bir kenara konursa, işte bu Kur'ansal ilkeyi tahrip ederek üstünlüğü, nispete, serpuşa, 
şeyh icazetine bağlamışlardır.



                                                                                 İslam Nasıl Yozlaştırıldı - Y. Nuri Öztürk -

 
 
  Bugün 23 ziyaretçikişi burdaydı!

www.bostanderesimahallesi57.tr.ggwww.bostanderesimahallesi57.tr.gg

 
 
KARADENİZ'İN YENİ DOĞAN GÜNEŞİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol