BOSTANDERESİ MAHALLESİ
  RESULE İFTİRALAR
 

  - KUR'AN'IN
TOPLANIŞI -

15- ............ Zeyd İbn Sabit el-Ensâri ye atfen yaptıkları rivayette: Ebu Bekir ve Ömer’in görevlendirmesiyle Zeyd diyor ki, “Ben kalktım, Kuran’ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerin-
den, hurma dallarından ve hâfızların ezberlerinden bir yerde topladım. Ve et-Tevbe Sûresinden iki ayeti, Ebû Huzeyme el-
Ensâri’nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım.Neticede içlerinde Kur’an toplanılan bu sa-
hibeler, Allah kendisini vefât ettirinceye kadar Ebû Bekr’in yanında kaldı ..........................
(Buhari, Kitabu’l-Tefsir 199 Cilt 
9 s. 4423-4424 Ötüken 1987)

16-
........... Ebû İshak şöyle dedi: Ben el-Berâ ( R )’ dan işittim, şöyle diyordu: “ Mü’minlerden oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar müsâvi olmaz... “ Ayeti indiği zaman, Resûlullah (S) Zeyd’i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği 
ile geldi ve o ayeti yazdı..... (Buhari, Kitabu’l-Cihâd ve’s-siyer 47 cilt 6, s.2674. Ötüken 1987)

Peygamber zamanında Kur’an Kitab olarak mevcut idi, ve iddia ettikleri gibi, taş parçalarına , hurma dallarına v.s. yazılmı-
yordu. İnce ceylan derileri üzerine yazılan bir Kitab halindeydi. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Andolsun Tûr’a (52/1)
- Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2)
- Yayılmış ince deri üzerine (52/3)


İfadeleri Kuran’ın nasıl yazılmış bir Kitab olduğunu belirtir. Kuran’ın peygamber zamanında özenle yazılmış olduğuna dair diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)
- İsteyen onları idrak eder. (80/12)
- Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)
- Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)

Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kuran’ın sonradan rastgele, taş parçalarından, ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitab olduğu yolundaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır, ve aslı yoktur.



                              - RESUL'E SİHİR -

180- .... Bize İbrahim ibn Mûsâ tahdis etti. Bize İsâ ibn Yûnus, Hişâm’dan; o da babası Urve’den haber verdi ki, Âise (R) 
şöyle demiştir: Benû Zureyk Yahûdilerinden Lebid ibnu’l-A’sam denilen bir adam Rasûlullah’a sihir yaptı.Hattâ bâzı işi işle-
mediği hâlde kendisine onu yaptığı hayâli gelirdi. Nihâyet günün birinde yâhud gecenin birinde benim yanımda iken kendisi 
duâ etti, yine duâ etti. Sonra şöyle dedi:
- “Yâ Âişe! Kendisinden fetva istediğim şey hakkında Allah’ın bana fetvâ verdiğini bildin mi? Bana iki adam geldi (Cibril ve Mikâil) Bunlardan biri baş ucumda, diğeri de ayak ucumda oturdu. Akabinde bunlardan biri arkadaşına:
- Bu zâtın hastalığı nedir? diye sordu.
O da:
- Sihirlenmiştir, diye cevap verdi.
Öteki:
- Buna kim sihir yapmıştır? dedi.
Öbür melek:
- Lebid ibnu’l-A’sam, diye cevâp verdi.
Sonra:
- Bu sihir hangi şeyde yapılmıştır? diye sordu.
O da:
 - Bir tarak, saç sakal tarantısı ve erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile, diye cevâb verdi.
- Nerede yapılmış? suâline de:
- Zervân Kuyusu’nda -Bir rivayette: Zû Ervân Kuyusu’nda- diye cevâb verdi”.
(Âise dedi ki:) Sonra Resûlullah (S) sahâbilerden birtakım insanlarla berâber çıkıp bu kuyuya gitti. Oradan dönüp gelince bana:
- “Yâ Âise! O kuyunun suyu kına suyu gibi kırmızımtırak yâhud etrafındaki hurma ağacının uçları şeytanların başları gibi-
dir” buyurdu.
Ben kendisine:
- Yâ Rasûlullah! Sen o sihri oradan çıkarmadın mı? diye sordum.
Rasûlullah:
- “(Hayır çıkarmadım.) Çünkü Allah bana şifâ ve âfiyet vermiştir. Ben o sihri çıkarmakla, halk arasında sihir şerrini yaygın-
laştırmamı istemedim” buyurdu.
Âise: Rasûlullah o kuyunun kapatılmasını emretti de kuyu gömüldü, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 77 C.12 S.5784-5785 Ötüken 1988, ayrıca Müslim, Selâm 43,(2198). )

181-
Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a sihir yapıldı. Bu yüzden günlerce hasta düştü. Sonunda Cebrail aleyhisselâm gelerek:
“Seni Yahudilerden bir adam sihirledi. Yaptığı sihir düğümünü falanca kuyuya attı” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vessel-
âm) Hz. Ali (radıyallahu anh)’yi (bu maksatla oraya) gönderdi. Ali (radıyallahu anh) düğümü oradan çıkarıp çözdü. (Sihir çö-
zülünce) Aleyhissalâtu vesselâm, bağdan kurtulmuş gibi kendine geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu, o yâhudi-
ye zikretmedi ve onun yüzünü de hiç görmedi.” (K.S. 2240 C.8 S.100 Akçağ 1989, alıntısı Nesâi, Tahrim 20, (7,112-113). )

182-
.... Âise (R) şöyle demiştir: Rasûlullah’a sihir yapılmıştı. Hattâ kendisi kadınlarına (cinsi münâsebet için) yanaşmamış hâldeyken, onlara yanaşır olduğunu düşünür, zannederdi. Râvi Sufyân: İşte böyle olduğu zaman bu, sihirden olabilecek rah-
atsızlığın en şiddetlisidir, demiştir. .............
(Buhâri, Kitabu’l-Tıbb 79 C.12 S.5788 Ötüken 1988.)

Rivayetlerin çelişkili oldukları açıktır, bir rivayette büyü kuyudan çıkarılmadı kuyuya gömüldü derken, diğer rivayette çık-
arılıp çözüldü demeleri bil çelişkidir.

Görüldüğü gibi, peygamberin sihirlenmiş olduğunu ısrarla tahdis ettiler ve bu iddialarını daha başka rivayetlerle de tekrarla-
dılar, hem de peygamberin en şiddetli sihirle sihirlenmiş olduğunu iddia ederek. Bu öyle bir iddiadır ki, kesinlikle, Allah ve Peygamber düşmanlarını belirleyen en açık kıstaslardan (ölçütlerden) biridir. Tarih boyunca, İslam dinine karşı delil getire-
meyen, müşrik ve kafirler, dini tebliğ eden peygamberlere karşı, onlar sihirlenmiş kimselerdir; delidirler v.s. deme iftirasına sarılmaktan başka, sözle saldırı için kendilerince geçerli başkaca bir çare bulamamışlardır ve bu gibi şeyleri defalarca tek-
rarlamışlardır. Şimdi bu gibi kimselerin durumu hakkında Kur’an’dan örnek verecek olursam. Mealen:

- Kur’an okunduğu zaman seninle âhrete inanmayanların arasına kapalı bir perde çekeriz. 17/45
 

- Ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen, Kur’an’da Rabbinin birliğini 
yâd ettiğinde (tek İlâh inancından hoşlanmadıkları için) arkalarını dönüp kaçarlar. 17/46

- Biz onların, seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini, kendi aralarında gizli konuşurken de o zâlimlerin: “Siz sihirlenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz! dediklerini gayet iyi biliyoruz. 17/47 

- Onlar (bir de) şöyle dediler: “Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle berâber uy-
arıcı bir melek indirilmeli değil mi?” 25/7
 

- “Yahut kendisine (gökten) bir hazine atılmalı, yâhut kendisinin bir bahçesi olmalı da ondan (hiç zahmet ve meşakkat çek-
meden) yemeli değil mi?” Ve zâlimler: “siz başka değil, sâdece sihirlenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediler. 25/8 

- Bak, senin için nasıl misâller verdiler de saptılar. Artık bir daha yolu bulamazlar. 25/8

Görüldüğü gibi, Peygamberin sihirlenmiş olduğu iftirasını ancak zalimler ve doğru yolu bulamayanlar yapmışlardır. Bunlar 
öyle kimselerdir ki, peygamberlik olayını yanlış değerlendirdikleri gibi, Kur’an’ı anlamaktan kesinlikle uzaktırlar, böylece 
doğru yolu bulamazlar. Bir kimse çıkıp ta, kul sözü, Allah sözünü iptal eder diyebiliyorsa, böyle bir kimsenin durumu ibretle düşünülecek bir durumdur. Böyle kimseler, İslam dini açısından mahvolmuş kişilerin ta kendileridir.  Sihirlenmiş iftirasını, Firavun da Mûsa peygambere yapmıştı. Kur’an’dan mealen:

- Andolsun, biz Mûsa’ya açık açık dokuz âyet (mucize) vermiştik. İşte İsrail oğullarına sor: O (Mûsa) onlara gelmiş, Fir’avn ona: “Ey Mûsa, ben seni sihirlenmiş sanıyorum” demişti.  17/101

- (Mûsa) dedi ki: “(Ey Fir’avn) bunları, ancak göklerin ve yerin Rabb’inin, benim doğruluğumu gösteren) deliller olarak in-
sanlara indirdiğini pekâlâ bildin. Ben de sanıyorum ki, ey Fir’avn, sen mahvolmuşsun.” 17/102
 

Görüldüğü gibi, peygamberlere sihirlenmiş iftirasında bulunmanın karşılığı mahvolmaktır. Böyle kimseler hidayete yol bula-
mazlar.




                              - HZ. İSA ve MEHDİ -

Kur’an öğretisinden insanları uzaklaştırmak için, İsa peygamber gelecek, Mehdi gelecek gibi rivayetlerle, gerek fertleri, gerekse  kitleleri, Kur’an öğretisine karşı pasif duruma getirdiler. Böylece insanlar ellerinde Kur’an, Mehdi veya İsa Pey-
gamber beklentisi içine girdiler. Ellerinde Kur’an bulunması onlar için yeterli olmadı, sanki Mehdi veya İsa Peygamber ge-
lecek olsa dahi, Kuran dışında bir öğretide bulunacak veya ondan daha üstün bir söz söyleyecekte insanlar hidayet bulacak. 
Şimdi bu konudaki rivayetlerinden örnekler verecek olursak:

187-
 ............. Ez-Zuhri tahdis edip şöyle dedi: Bana Said ibnu’l-Müseyyeb haber verip şöyle dedi: Ebû Hureyre (R) Rasûlul-
lah(S)’ten şöyle buyurduğunu işitti: “Meryem oğlu İsâ sizin içinize, hükmünde âdil bir hâkim olarak inmedikçe, sâlibi kırma-
dıkça, domuzu öldürmedikçe, cizye vergisini kaldırmadıkça ve mal hiçbir kimse kâbul etmeyecek derecede dolup taşıncaya 
kadar kıyâmet kopmaz”.
(Buhari, kitâbu’l-Mezâlim ve’l-Gasp 37 C.5 S.2294 Ötüken 1987).

188-
 Said ibnu’l, Müseyyeb, Ebû Hureyre (R)’den şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde o-
lan Allah’a yemin ederimki, muhakkak ileride Meryem oğlu İsâ sizin içinize adâletli bir hakem olarak inecektir. O zamân o, 
salibi kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal o kadar çoğalacak ki, hiçbir kimse mal kabûl etmeyecek. 
Nihâyet bir tek secde dünyâ ve dünyâdaki her şeyden daha hayırlı olacaktır”. Bunun ardından Ebû Hureyre (R) şöyle derdi: İster şu âyeti okuyunuz: “Ehli kitâbdan hiçbiri hâriç olmamak üzere, ölümünden evvel, and olsun ona (İsâ’ya) mutlaka imân edecek, o da kıyâmet günü kendileri aleyhine bir şâhit olacaktır.” (en-Nisâ 159) (Buhari, Kitâbu’l-Enbiyâ 118 C.7 S.3263 Ötüken 1987). 

189-
 Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mehdi benim zürriyet-
imden, kızım Fâtıma’nın evlatlarındandır.” (K.S. 5007 C.14 S.276 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Mehdi 1,(4290). )

190-
İbnu Mes’ûd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek.” İbnu Mes’ûd: “Resûlullah yahut da şöyle buyurmuştu der: “...Ehl-i beytimden birini, ki bu zatın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine- adalet ve hakkâniyetle doldurur.” 
(K.S. 5006 C.14 S.275 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Mehdi 1,(4282); Tirmizi, Fiten 52, (2231,2232). )

191-
 Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:......Mehdi, Hz. İsa’-
dan başkası değildir.” (K.S. 4039 C.17 S.547 Akçağ 1993 alıntısı, ibn-i Mace 7219)

Kuran ayetlerine göre ne Mehdi diye bir kimse vardır, ne de İsâ Peygamber tekrar dünyaya gelecektir. Böyle bir beklenti 
boş hayalden başka birşey değildir.

Kendilerine İsâ peygamberin tekrar dünyaya geleceğiyle ilgili olarak Nisâ 159’u delil göstermektedirler, şöyle ki, mealen:

- Andolsun, Kitâb ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyâmet günü de O, (İsâ) onların aleyhine şâhit olacaktır. 4/159 

Mealini yazmış olduğum Nisa 159 cu âyetini İsâ Peygamberin tekrar dünyaya geleceği şeklinde anlamak mümkün değildir. Zira Âyet mealinden de kolayca anlaşılacağı üzere, tüm kitap ehlinin, yani hem Hıristiyanların, hem de Yahudilerin ölmeden önce Ona yani İsâ Peygambere İman edecekleri belirtilmiştir. Bu olay İsâ Peygamberin tekrar dünyaya gelmesiyle ilgili ise, onunla beraber yaşam sürmeden bu güne kadar ölüp giden Ehli Kitaptan kimselerin durumu nasıl izah edilebilir. Ehli Kitap-
tan nesillerdir birçok kimse yaşadı ve öldü, halen İsâ peygamber dünyaya gelmiş değildir. Halbuki âyette genelleme yapıl-
mıştır, hepsi kesinlikle inanacak ifadesi kullanılmıştır. Onun için Ehli Kitaptan kimselerin, İsâ peygambere iman etmeleri-
nin, İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelmesiyle bir ilgisi yoktur. Diğer bir hususta iman etmelerine rağmen onların aleyhi-
ne şahitlik yapacak olmasının âyette belirtilmiş olması hususudur. Yani tamamı iman edecek buna rağmen İsâ peygamber 
onların aleyhine şahitlik edecektir. Eğer rivayetlerde iddia ettikleri gibi, İsâ peygamber tekrar dünyaya gelip te Ehli Kitab-
ın tamamı ona iman edecekse, o zaman bu demektir ki yalnız gelmeyecek, ölmüş olan tüm ehli kitabı da beraberinde getir-
ecektir, hepsi birlikte içtima edip ona iman edecekse ve dünya adaletle dolacaksa böylesine iyi insanların aleyhine nasıl şa-
hitlik yapmak mümkün olur. Bundan dolayı durum rivayet ettikleri ve anlattıkları şekilde değildir. Ehli Kitaptan kimselerin 
bu şekilde iman etmeleri, ölüm geldiğinde, İman edilip te geçerli olmayan imandır. Şimdi bu şekilde iman etmeyle ilgili ola-
rak Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- İsrâil oğullarını denizden geçirdik, Fir’avn ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihâyet boğulma kendisini yakalayınca (Fir’avn): “Gerçekten İsrâil oğullarının inandığından başka İlâh olmadığına inandım,ben de Müslümanlardanım!” dedi. 10/90 

- “Şimdi mi? Oysa daha önce isyân etmiş, bozgunculardan olmuştun.” (denildi) 10/91

- “Bugün senin (canından ayırdığımız) bedenini, (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki senden sonra ge-
lenlere ibret olsun, Ama insanların çoğu âyetlerimizden gafildir.” 10/92

Görüldüğü gibi, son anda iman etmek veya tevbe etmek, Kur’an açısından geçersizdir.

İşte Nisa 159'da bahsedilen durumda bu şekildedir. İsâ peygamberin tekrar dünyaya geleceğiyle ilgili değildir. Zira İsâ pey-
gamber Vefat etmiş olup, iddia ettikleri gibi tekrar dünyaya gelecek değildir.

Kur’an’dan mealen:

-“Biz Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsâ Mesih’i öldürdük!” demelerinden ötürü... Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat (İsâ) onlara benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sâdece zanna uyuyorlar. Onu yekinen öldüremediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler). 4/157 

- Hayır Allah onu (İsâ’yı) Kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. 4/158   (ayrıca bak 4/155-6)

Görüldüğü gibi, Kitap Ehli, İsâ peygamberi öldürememiş ve onu asamamışlardır. Allah onu kurtarıp, kendisine yükseltmiş-
tir. İşte ihtilafta burada başlamaktadır, acaba Allah, İsâ peygamberi vefat ettirmeden canlı olarak mı kendisine yükseltti, 
yoksa vefat ettirerek mi. Rivayetlerde iddia ettiklerine göre vefat ettirmeden kendisine yükseltmiştir, vefat ancak dünyaya 
tekrar geldikten sora vuku bulacaktır iddiasındadırlar. Böyle bir iddia ise Kur’an’a uymamaktadır, mealen:

- Allah demişti ki: “Ey İsâ, ben seni vefat ettireceğim, ve bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sa-
na uyanları ta kıyamet gününe kadar inkar edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğü-
nüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.”  3/55

Görüldüğü gibi, İsâ Peygamber vefat ettirildikten yani Allah’ın Emriyle öldükten sonra, Allah onu (İsâ’yı) kendisine yüksel-
tti. Bu duruma göre O’ da ölen herkes gibi, şimdi ölü bulunmaktadır. Tekrar dünyaya gelmek üzere hayatta bulunmamakta-
dır. Bunun böyle olduğunu Maide 116-117 ayetlerden de görüp anlamak mümkündür, mealen:

- Ve yine Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsâ, sen mi insanlara: “Beni ve Annemi, Allah’tan başka iki ilâh edinin”dedin? “Haşa, dedi Seni tenzih ederim; Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söylediysem Sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben Senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaypları bilen yalnız Sensin, Sen!”  5/116 

- “Ben onlara: benim ve sizin Rabb’iniz olan Allah’a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka birşey söyle-
medim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat Sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) Sen ol-
dun. Sen herşeyi görensin!” 5/117
 

Görüldüğü gibi, İsâ peygamberin vefatından sonra da, insanlar yine onu ve annesini, Allah’a ortak koşmaya devam edecek-
lerdir. O zaman İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelip, salibi yani haçı kıracağı ve domuzu öldüreceği rivayetinin aslı yok-
tur. Haçı kırmasının manası artık hiç kimse onu ve annesini, Allah'a ortak koşmayacak manasındadır. Böyle bir iddia ise 
Maide 116 ve 117. Ayetlere uymamaktadır. Zira bu âyetlerde, İsâ peygamberin vefatından sonra da insanların onu ve anne-
sini. Allah’a ortak koştukları vurgulanmıştır. Bu da, İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelip Hıristiyanlıktaki bozuk inancı düzelteceği, dolayısıyla haçı kıracağı iddiasının asılsız olduğunun açık delilidir.




                              - NAZAR DEĞMESİ -

144- ........... Ebû Hureyre (R): Resûlullah (S) : “Göz değmesi haktır (sâbittir)” buyurdu ve döğme yapmaktan nehyetti, dem-
iştir.
(Buhari, Kitâbu’l-Libâs 154 C.13 S.5952 Ötüken 1989, diğer rivayet edenler Müslim 2187; Ebû Dâvud 3879; Bak, K.-
S. 4042 )

145-
............ Bize ez-Zuhri, Urve ibnu’z-Zubeyr’den; o da Ebû Seleme’nin kızı Zeyneb’den; o da annesi Ümmü Suleym(R)’-
den şöyle haber verdi: Peygamber (S), zevcesi Ümmü Seleme’nin evinde, yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu gördü 
de: “Bu kız çocuğuna rukye tedâvisi yapınız! Çünkü bunda nazar değmesi vardır” buyurdu.
(Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 54 C.12 
S.5765 Ötüken 1988)


İddialarınca bir kimse yalnızca bakmak suretiyle, bir canlıya veya bir eşyaya baktığında onu fiziksel olarak etkiliyebilir ve 
ona zarar verebilir. Buna inanan bir çok kimse başına gelen her çeşit felaketi veya istemediği bir durumu göz değmesine bağlamaktadır. Öyle ki: Hastalansa, bir yakını ölse, işi istediği gibi gitmese veya malına bir zarar gelecek olsa, kendisine nazar değdiği kanaatinde ve inancındadır,hatta kendisine nazar değdirdi diye, hiç ilgisi olmayan ve olması da mümkün olma-
yan kimseleri suçlama yoluna gider. Bu inançta olan kimseler, önlem olarak nazar boncuğu ve nazarlık diye adlandırdığı 
cam parçalarından ve hatta eşek veya at nalından medet ummakta, bunları kendi üzerine, yakınlarının üzerine veya mallar-
ının üzerine asarak nazar değmesinden koruyacaklarına inanmakta ve dolayısıyla bunları putlaştıra bilmektedir. Bütün bu 
inançlar İslam dininde yeri olmayan inançlardır, hiç kimsenin bakışında öyle bir etki olmadığı gibi, cam veya başka şeylerin, 
insanları bu iddia çerçevesinde koruma özelliği de yoktur.

Kendilerine İslam alimi diyen bir takım kimseler, nazarın varlığıyla ilgili olarak şu ayetleri delil getirmektedirler. Mealen:

-O inkâr edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. “O delidir” diyorlardı. 68/51

Ayette kafirlerin kin ve kızgınlıkları müteşabih olarak anlatılmıştır. Yani kaşlarını çatarak, sert sert baktıkları vurgulanmış-
tır. Nazara inanların ortak görüşü, kendilerine ait olan bir şeyin kıskanıldığı ve dolayısıyla kendilerine nazar değdiği şeklin-
dedir. Ayette ise kafirlerin Kur’an’ı kıskandıkları veya Peygamberi kıskandıkları vurgulanmamıştır, tam tersine, kafirler 
kin ve öfkeleriyle, Kur’an’ı tebliğ eden peygamber için deli ifadesini kullanmışlardır. 

Nazar değdirme olayı iddialarına delil gösterdikleri bir diğer ayette ‘Yusuf Sûresi 67.’ Ayetidir, mealen:

- Ve deki: “Oğullarım, (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin ama ben(ne yapsam) Allah(ın takdir)inden hiçbir şeyi sizden savamam, Hüküm, yalnız Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim, tevekkül edenler de O’na tevekkül etsin-
ler!” 12/67 

Ayet içinde geçen, ayrı ayrı kapılardan şehre girilmesi olayını nazar değmesine bağlamaktadırlar. O zaman şu soruyu sor-
mak lazım, hep beraber bir kapıdan girdiklerinde kardeş olduklarını bilip onları kıskanmak suretiyle kim nazar değdirecek-
ti, öyle ki birbirleriyle akrabalıkları olmayan bir kafile olarak yorumlanmaları da mümkündür.



                              - ERKEK ve ALTIN -

423- Bireyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına, parmağında demir yüzük bulunan 
bir adam uğramıştı. (Yüzüğü görünce): “Niye bazılarının üzerinde ateş ehlinin süsünü görüyorum!” buyurdu. Adam derhal o-
nu çıkarıp attı. Sonra parmağında sarı renkli (pirinç) yüzük taşıyor olduğu halde geldi. Bu seferde:
“Niye sende putların kokusunu hissediyorum?” dedi. Bilahare adam altın yüzük takmış olarak geldi. Bu sefer de:
“Sende niye cennet ehlinin süsünü görüyorum?” dedi. Bunun üzerine adam:
“Öyleyse yüzüğüm neden olsun?” diye sordu.
“Gümüşten dedi. Ancak ağırlığı bir miskale ulaşmasın.”
(K.S. 2095 C.7 S.470 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Libâs 43, (1786); E-
bû Dâvud, Hatem 4,(4223); Nesâi, Zinet 47,(8,172).)

424-
İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın elinde altından bir yüzük gör-
dü. Onu çıkarıp attı ve:
“Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline koyuyor!” buyurdu. : “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gidince adama: “Yüzüğünü al (başka sûrette) ondan faydalan” dediler. O: “Hayır! Vallâhi ebediyen almayacağım, onu: “Resûlullah (aleyh-
issalâtu vesselâm) attı” dedi.”
(K.S. 2096 C.7 S.471 Akçağ, alıntısı: Müslim, Libâs 52,(2090). )

425-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Habeş kralı Necâşi’den hediyeler geldi. İçerisinde Habeşi kaşlı bir de altın yüzük vardı. Resûlullah onu bir çöple veya tiksinerek bir parmağıyla aldı. Kızı Zeyneb’in kızı Ümâme Bintu Ebi’l-Âs’ı çağırıp: “Yavrucağım al şunu, takın!” dedi.” (K.S. 2097 C.7 S.472 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Hâtem 8,(4235). )

Bu rivayetlerinde, erkeklerin altın yüzük takamayacağını fakat kadınların altın yüzük takmalarında, dolayısıyla altın zinet eşyası kullanmalarında bir mahzur olmadığını tahdis etmişlerdir. Dikkat edilirse, birinci rivayette erkeklerin altın yüzük takamayacaklarına gerekçe olarak, altının cennet ehlinin süs eşyası olduğunu göstermişlerdir. Fakat gümüş yüzük takmak-
ta bir mahzur görmemişlerdir. Bu ise bir çelişkidir, zira gümüşte cennet ehlinin kullandığı bir ziynet eşyasıdır. O zaman, iddi-
aları doğrultusunda gümüşten yüzük v.s.ninde yasak olması gerekirdi. Diğer bir hususta cennet süsü kullanmak erkeklere yasaksa, kadınlara serbest olmasının mantığı nedir? Bu hususta ki çelişkileri bundan ibarette değil, işlerine geldiği zaman, Peygamberin altın yüzük taktığını tahdis ettikleri gibi, işlerine geldiği zamanda, altının zinet olarak kadınlar tarafından kul-
lanılmasının yasak olduğunu da tahdis etmişlerdir. Bu hususlarla ilgili olarak rivayetlerinden örneklerle, bir ayet mealini ya-
zacak olursak, şöyle ki:

- (Cennet ehlinin) üstlerinde yeşil ipekten ince ve kalın giysiler var. Gümüşten bilezikler takınmışlardır. Rab’leri, onlara ter-
temiz bir içki içirmiştir. 76/21 

Görüldüğü gibi gümüşte cennet ehlinin ziynet eşyalarındandır. Bu hususta yapmış oldukları iddiaları çelişkilidir.



                              - SARIK ve SAKAL -

440- Muhammed İbnu Rükâne, babası radıyallahu anhtan anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bizimle müşrikler arasındaki fark, kalansuveler üzerindeki sarıklardır.”
(K.S. 5233 C.15 S. 45 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâv-
ud, Libas 24,(4078); Tirmizi, Libâs 47,(1785). )


Bu rivayetle, müslümanların sarık sarmalarının mecburi olduğu vurgulanmak istenmiştir. İslam dini, Cihanşümul bir dindir, 
tüm insanlığa hitap eder, insanlarınsa kendi milli örflerine ait kıyafetleri olabilir ve bu kıyafetler İslami ahlaka aykırı olma-
mak şartıyla inançtan çok şahsi zevkler ve iklimle ilgili tercihlerdir. Zira çölde yaşayan bir müslümanla, Kutuplarda yaşa-
yan bir müslümanın aynı kıyafeti giymesi gerektiğini rivayet etmek müslümanları zora sokmak içindir. Bir müslüman, Kur’-
an’da gösterilen ahlaka aykırı olmamak ve İslam dışılığı sembolize eden, örneğin İslam dışındaki inançların din önderleri-
nin kıyafeti gibi giymemek şartıyla istediği kıyafeti giyebilir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

441-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bıyıkları kazıyın, sak-
alları serbest bırakın.”
(K.S. 2133 SC.7 S.511 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Libâs 64,65; Müslim, Tahâret 53,(259); Ebû Dâvud, 
Tereccül 16,(4199); Tirmizi, Edeb 18,(2764); Nesâi, Tahâret 15,(1,16). )


442-
Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sakalından enine ve boyuna alırdı.” (K.S. 2136 C.7 S.514 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Edeb 17,(2763). )

Birinci rivayette, sakalların serbest bırakılması tahdis edilmişken, ikinci rivayette, peygamberin sakalından kısalttığını tah-
dis etmeleri bir çelişkidir.Diğer bir hususta sakal bırakmanın sünnet olduğunu ve müslümanların muhakkak sakal bırakma-
larının gerektiğini iddia etmeleri gerçeklere uymamaktadır. Zira sakal bırakmak Müslümanlara has bir olay değildir. Müs-
lüman olmayan kimselerde sakal bırakmaktadırlar. Bundan dolayı, sakalın müslümanları sembolize ettiği iddia edilemez. 
Kur’an’da sakal bırakmak mecburi edilmemiştir.



                              - RESİM ve HEYKEL -

252- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: “Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah’la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr, tasvirci-
ler.” (Resim, heykel v.s. Yapanlar)
(K.S. 5121 C.14 S.440 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Cehennem 1, (2577). )

253-
İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:  “................ Kim bir sur-
eti tasvir ederse (Kıyamet günü) azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflenmesi emredilir, ama üfleyemez.” (Bu cehennemde e-
bedi kalacağı manasındadır)
(K.S. 5895 C.16 S.364 Akçağ, alıntısı Buhari, Ta’bir 45; Ebû Dâvûd, Edeb 96, (5024); Tirmizi, 
Rü’ya 8, (2284). )

Bu iddialarının aslı yoktur. İslam Dininde değil resim yapmak, heykel yapmak dahi men edilmemiştir, hatta övülmüştür. 
Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Süleyman’a sabah gidişi bir ay(lık mesâfe), akşam dönüşü bir bir ay(lık mesafe) olan rüzgarı boyun eğdirdik ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık. Rabb’inin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim buy-
ruğumuzdan sapsa, onu alevli azâbı taddırırdık. 34/13
 

- Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar geniş leğenler, sâbit kazanlar yaparlardı. “Ey Davud âilesi, şükredin!” 
kullarımdan şükreden azdır. 34/13

Görüldüğü gibi, heykel yapılması kötülenmemiş, aksine şükredilmesi gereken bir nimet olarak tanımlanmıştır. Zira yasak 
olan heykel yapmak değil, heykele tapmadır, bunların ikisi aynı şey değildir.



                                      
- ZİNANIN HÜKMÜ -

271- 
Ubâdetu’bnu’s-Sâmit (radıyallahuanh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle ona bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı. Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı hal onu sardı. Keder hâli açılınca: “Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti) : Bekâr bekârla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dulla zina yaparsa yüz sopa ve recm’dir.” (K.S. 544 C.3 S.389 Akçağ 1988, alıntıları Müslim, Hudud 13,1690.H; Ebû Dâvud, Hudud 23, 4415; Tirmizi, Hudud 8, 1434.)

272
- ............ Zeyd ibn Hâlid ile Ebû Hureyre(R)’den; şöyle demişlerdir: Peygamber (S): “Yâ Uneys (ibni’ d-Dahhâk), şu zinâ suçu isnad edilen kadına git, eğer o kadın zinâ ettiğini itiraf ederse ona racm cezâsı uygula” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Ve-
kâle H.14 C.5 S.2145 Ötüken 1987.)

273
- ............ Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer İbnu’l-Hattâb (R) şöyle dedi: -Ben insanlar üzerine zamânın uza-
yıp da herhangi bir sözcünün: “Biz Allah’ın Kitâbı’nda recmi bulmuyoruz” demesinden ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu 
bir farizayı terk etmek sûretiyle sapmalarından endişe etmişimdir. Dikkat ediniz! Evli olduğu hâlde zinâ eden kimse üzerine 
buna beyyine delâlet ettiği yâhud gebelik yâhud itiraf olduğunda recm cezâsı sâbit olmuş bir haktır! dedi. Sufyân ibn Uyey-
ne: Ben bunu böylece ezberledim: Umer: -Dikkat edin! Rasûlullah (S) recm etmiştir. O’ndan sonra biz de recm yaptık, dedi, 
demiştir.
(Buhâri, Kitâbu’l-Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.24 C.14 S.6680-6681 Ötüken 1989.)

274-
............. İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibn Abdirrahman, Câbir ibn Abdullah (R)’tan şöyle tahdis etti: Es-
lem kabilesinden (Mâiz ibn Mâlik isminde) bir adam, Rasûlullah(S)’a geldi aleyhine dört defâ şahâdet etti. Bu şahâdetler ü-
zerine Rasûlullah emretti de o adam recm olundu. Bu adam evli olduğu hâlde zinâ etmişti.
(Buhari, Kitâbu’l- Muhâribin min 
Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.13 C.14 S.6667 Ötüken.)

Yukarıda yazmış olduğum dört rivayet örneğinde görüldüğü gibi. Bekarın bekarla zina etmesi halinde verilecek cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğu. Erkeklerden veya kadınlardan evlenip de zina eden kimseler zina ettikleri zamanda dul dahi olsalar uygulanacak olan cezanın recm cezası olduğunu kesin olarak iddia ettiler.Yani tahdis ettiklerine göre böyle kimseler ölünceye kadar taşlanacaklardır. Bu cezanın Kur’an dışında bir ayet olduğunu iddia ile, bunu uygulamayan kimselerin sap-
ıklığa düşeceğini ve ayet her ne kadar Kur’an’da yer almamışsa dahi yine de uygulanmasının farz olduğunu iddialarına mes-
net yaptılar. Bu iddiaları gerçeğe uymamaktadır. Eğer müslümanlar Kur’an’da yer almayıp nesh edilmiş, yani iptal edilmiş ayetlerden sorumlu iseler, bu ayetleri uygulamamaları halinde sapacaklarsa o zaman nesh edilmiş ve Kur’an’da yer alma-
yan ayetlerin aranıp bulunması mecburiyeti doğmuş olur.Bunun manası Kur’an dışında Kur’an aramaktan başka birşey değ-
ildir. Hem bu öyle bir arayıştır ki bulunan eldeki Kur’an ayetlerini nesh yani iptal edebilmektedir. Tahdis ederek var ve ge-
çerli olduğunu iddia ettikleri recm ayeti, kendi ifadeleriyle mensuh olduğunun söylenmesine rağmen, değil mi ki recm ayeti mensuh olarak Kur’an dışında vardır deyip, Kur’an’da mevcut ayetlerden üstün tutmaktadırlar. Böylece bir rivayetten baş-
ka birşey olmayan bu iddialarını Kur’an’a üstün tutmakla, rivayetlerinin Kur’an’dan üstün olduğunu söylemiş olmaktadırlar. Zaten daha önce de belirttiğim gibi rivayetleri din olarak kabul edenlerin temel hareket noktası rivayetlerin Kur’an’ı nesh 
yani iptal edebileceğini iddia etmeleridir ve bunu da önderleri ağzından açıkça söylemektende çekinmemişlerdir. Dikkat ed-
ilirse, rivayetleri uydurmalarında ki temel amaç müslümanları Kuran’dan uzaklaştırmaktır, burda da yapmak istedikleri ay-
nı şeydir, bundan dolayı eldeki Kur’an dışında, elde ki Kur’an’dan daha üstün ayetler ihtiva eden Kur’an Külliyatı vardır ve 
siz bundan sorumlusunuz demektedirler.

Bilindiği gibi nesh iptal manasındadır,buna rağmen Allah tarafından iptal edilmiş bir ayetin uygulanması gerektiği nasıl iddia edilebilir, bu durumda iptalin hiçbir manası kalmaz, bu da açık bir çelişki meydana getirir. Kur’an ise çelişkilerden uzak bir kitaptır. Allah tarafından nesh edilen veya unutturulan her ayetin yerine mutlaka, Allah tarafından Kur’an’a bir ayet getiril-
miştir. Kur’an’da boşluk olması mümkün değildir. Onun için Kur’an dışında gidip ayet aramanın gerektiğini veya Kur’an a-
yetidir deyip Kur’an dışında hüküm uygulamayı önermek, şeytanın bir hilesinden başka bir şey değildir.

Nesih konusunda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:
 

- Biz, bir ayeti nesh edersek, yahut unutturursak, ondan daha hayırlısını, yahut onun dengini getiririz. Allah’
ın her şeye kad-
ir olduğunu bilmez misin? 2/106


Görüldüğü gibi iddiaları Kur’an’a uymamaktadır. Ayrıca recm konusunda da çelişkili iddialar içerisindeler. İşlerine geldiği zaman recm cezası uygulamamak için rivayetler uydurmuşlardır. Bu tür rivayetlerine örnek verecek olursam:

275-
Şa’bi (rahimehumullah) anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh), kadını recm ettiği zaman onu perşembe günü dövdü, Cu-
ma günü de recm etti. Ve şunu söyledi: “Onu Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünneti 
ile de recm tatbik ettim”. (K.S. 1611 C.6 S.246 Akçağ 1989 alıntısı Buhâri, Hudud 21.)

Bu rivayette recmin farz olmayıp sünnet olduğunu tahdis etmekle, evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir. 

279-
............. Amr İbn Meymûn şöyle demiştir: ben Câhiliyet devrinde zinâ etmiş olan maymunun üzerine birçok maymunla-
rın toplanmış olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu recm ettiler. Ben de maymunlar topluluğunun berâber-
inde zinâ eden maymuna taş attım. (Buhari, Kitâbu Menâkıbi’l-Ensâr H.68 C.8 S.3600-3601 Ötüken 1987.)

Recm cezasının uygulanmasını savundukları rivayetlerde, uygulanma şartını şahsın evlenmiş olup olmadığı hususuna bağla-
mışlardır. Böylece karşı tarafın durumu hiç dikkate alınmamıştır. Öyle ki, kendisiyle zina edilen kimse cinsiyet yönünden erkek midir, kadın mıdır, veya zina bir hayvana mı uygulanmıştır, veya namuslu bir kadın mı saldırıya uğramıştır, veya küç-
ük bir çocuk mu zorla zina olayına alet edilmiş veya zina olayın da zinayı işleyen iki taraf bunu anlaşarak gönüllü olarak mı yapmışlardır. Bu gibi hususlar hiç dikkate alınmamıştır. Örneğin, bekar olup hiç evlenmemiş bir kimse, namuslu bir kadına veya kıza saldırıp zorla tecavüz ederse buna uygulanacak cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğunu, fakat evlenmiş olan veya evlenmiş olup ta dul kalmış bir kimsenin bir fahişeyle anlaşarak zina etmesi halinde bu kimseye uygulanacak cezanın recm olduğunu hatta fahişenin de evlenmiş olması durumunda ona da aynı cezanın uygulanacağı iddia ve rivayet etmeleri a-
daletsiz bir uygulamadır ve Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği hükümlere uymamaktadır. Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği ayetlerden örnekler vererek konuya bakacak olursak durum şudur, mealen:

- Zina eden kadın ve zinâ eden erkeğin herbirine yüz değnek vurun; Allah’a ve âhiret gününe inanan (insan)lar iseniz Allah’-
ın dini(ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut(up engelle)mesin. Müminlerden bir grup da yapılan az-
aba şahit olsun. 24/2


Yukarıda meali yazılı bu ayet, başkaları tarafından hiçbir zorlama olmadan kendileri isteyerek nefislerine uymak suretiyle karşılıklı anlaşarak zina eden erkek ve kadınlar hakkındadır. Evli veya bekar olmaları bu durumu değiştirmez. Yani, karşı-
lıklı anlaşmak suretiyle zina eden erkek ve kadının her birine, evli olsunlar veya bekar olsunlar verilecek ceza aynıdır. An-
cak müslüman bir kimseyle evli olup ta zina eden mümin cariyelere, hür olup ta zina eden kadınlara verilen cezanı yarısı ve-
rilir, bu da gösteriyor ki, zina eden evli kadınlar recm edilemez, zira recm ölünceye kadar taşlanmak demektir. Durum böy-
le olunca, zina eden ve bir müslümanla evli olan bir mümin cariyeye nasıl yarım recm uygulamak mümkün olur, çünkü recm 
ederek yarı öldürmek diye bir şey mümkün değildir. Kur’an’dan bu hususta örnek verecek olursam, mealen:

- İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz bir birinizdensiniz ( hepiniz adem soyundansınız. İnsanlık bakımından aranızda bir fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları,zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla sahip-
lerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini)de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara yapılan cezanın yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sab-
retmeniz ise sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, esirgeyendir. 4/25

Görüldüğü gibi rivayetleri, Kur’an’la çelişmektedir. Zira yarım recm cezası uygulanması mümkün değildir. Eğer iddia ettik-
leri gibi zina eden evlilere recm cezası uygulanması gerekiyorsa, aynı suçu işleyen cariyelere yarım recm uygulaması nasıl 
izah edilebilir.
 




                              - İPEK ELBİSE / ALTIN ve GÜMÜŞ KAP -

429-
Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
miktar ipek alıp sağ avucuna koydu, bir mik-
tar da altın alıp sol avucuna koydu, sonra da:
Şu iki şey ümmetimin erkek kısmına haramdır!” buyurdu.”
(K.S. 5286 C.15 S.80 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libâs 14, (4057); Nesâi, Zinet 40, (8,160). Tirmizi ve Nesâi’de Ebû Mû-
sa’dan gelen diğer bir rivayette: “Ümmetimin erkeklerine, ipek elbise ve altın haram kılındı, kadınlarına helal kılındı” buy-
rulmuştur.

430
- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Dünyada ipeği, ahrette nasibi olmayanlar giyer.” (K.S. 5287 C.15 S.80 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Libâs 25; Müslim, Libâs 6,(2068); Nesâi, Zinet 91,(8,201). )

Bu duruma göre, ipek kadınlar için helaldir diye tahdis etmelerine rağmen, giyen kimselerin cennete gitmeyeceğinin, dolay-
ısıyla cehenneme gideceğinin tahdis edilmesi bir çelişkidir. Zira bir şey hem helal olacak hem de işlenmesinden dolayı, işle-
yen kimsenin cehenneme gideceğini iddia etmek mümkün değildir.

Diğer bir hususta, ziynet ve güzel rızkların müminlere haram kılınmamış olduğudur. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:
 

- De ki: Allah’
ın, kulları için çıkardığı (yarattığı) süsü ve güzel rızkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında (in-
anmayanlarla birlikte) müminlerindir. Kıyâmet günüde ise yalnız müminlerindir. İşte, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz. 7/32


Görüldüğü gibi, evvelce haram olmuş olup ta, sonradan helal edilmiş olsalardı, Allah, bunları haram eden kimdir diye sor-
mazdı ve bu öyle bir sorudur ki, ziynetleri ve güzel rızkları müminlere haram etmeye kalkışacak olanlara bir tehditte oluş-
turmaktadır. Buna rağmen şu rivayeti uydurmuşlardır:

431-
Resûlullah’a atfen: “Altın ve gümüş kaptan su içmeyin! Çünkü bu dünyada onların (kafir ve müşriklerin); âhirette, kıy-
amet gününde ise sizindir.” buyurdu.
(Müslim, C.9 H. 4/410 Sönmez Neşriyat.) 

432
- ............ Abdurrahmân ibn Ebi Leylâ şöyle demiştir: Huzeyfe Medâin şehrinde idi, içmek için su istedi. Onu Dihkaan 
yâni oranın büyük bir adamı gümüşten bir kap içinde su getirdi. Huzeyfe bardağı alıp sâhibine fırlattı. Ve:
-Ben bunu ona ilk defa atmadım. Şu kadar ki, ben onu gümüş bardakla su vermekten nehyetmiştim, fakat o bundan vazgeçmedi. Rasûlullah (S): “Altın, gümüş, ipek, dibâc; bunlar dünyâda onlara âid zinet, âhirette ise sizindir” buyurdu, dedi.
(Buhâri, Kitâbu’l-Libâs H.49 C.13 S.5882-5883 Bab 25 Ötüken.)

Bu rivayetlerle 7(Araf)32 ayetinin ne kadar ihtilaflı oldukları açıktır. Bu rivayetleri uyduranlar o kadar yüzsüz kimselerdir 
ki, işlerine geldiği zaman veya ortalığı karıştırmak için bütün bu iddialarına rağmen, şöyle de rivayette bulunmaktan çekin-
mezler; örneğin:
 

433- ............ Enes ibn Mâlik(R)’ten: Peygamber(S)’in su bardağı kırıldı, akabinde kırık yerine gümüşten bir bardak edindi dediğini tahdis etti.
Râvi Âsım el-Ahvel: Ben bu kadehi gördüm ve (teberruken içine su koyup) ondan su içtim, demiştir.
(Buhâri, Kitâbu’l-Hu-
mus 18 C.6 S.2895 Bab 5 Ötüken.)


Veya şöyle derler:
 

434- Esma’dan naklen:...... “İşte Resûlullah’ın cübbesi!... Dedi.” Ve bana bir teylesanlar, kisralar (krallar) cübbesi çıkardı. Cübbenin ipekten yaması (deseni) vardı, kenarları diba ile geçilmişti. (Müslim, C.9 H. 10/421 Sönmez Neşriyat.)
 

Bu rivayetlere göre, Peygamber kralların giydiği atlas ve ipekten cübbe giymiş, gümüş bardakla su içmiş. Bu da evvelki ri-
vayetlerle çelişkili olduğu gibi, Peygamberin giyeceği hakkında bu rivayetlerle çelişkili olarak şu rivayetleri uydurmuşlar-
dır:

435
- Aişe’den naklen: Aişe bize Yemen’de yapılan kalın bir çarşafla mülebbede (keçe) dedikleri cinsten bir kilim çıkardı ve Resûlullah şu iki elbisenin içinde vefat etti, diye Allah’a yemin verdi. (Müslim, C.9 H. 34/438 Sönmez Neşriyat.) 

436- Ebû Bürde İbnu Ebi Mûsa el-Eş’âri anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ’nın yanına girdim. Bana yamalı bir giysi ve kaba bir izar çıkardı ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şu iki(parça)nın içinde vefat etti!: dedi.” (K.S. 5297 C.15 S.87 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Humus 5, Libâs 19; Müslim, Libâs 35,(2080); Ebû Dâvud, Libâs 8,(4036); Tirmizi, Libas 10,(1733).

437
- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Harûriyye (denen Hâriciler) çıktığı zaman Hz. Ali radıyallahu anh’ın yanına geldim. Bana:
Şu adamlara bir uğra!” dedi. Ben de mevcut Yemen hullelerinin en güzelini giydim.”
Ebu Zümeyl der ki: “İbnu Abbâs radıyallahu anhüma yakışıklı ve gür sesli biriydi.” İbnu Abbâs der ki:
“Harurilerin yanına vardım. Bana:
“Hoş geldin ey İbnu Abbâs! bu takımın da ne? dediler. Ben:
“Beni ayıplıyor musunuz? Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm! dedim.” (K.S. 5272 C.15 S.68-69 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, libâs 8,(4037). )
 

Bütün bu rivayetlerin birbirleriyle çelişkili oldukları açıktır.



                              - KABİR ZİYARETİ ve YAS TUTMAK -

558
- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescitler yapanlara, kandiller takanlara da lanet etsin.” 
(K.S. 5477 C.15 S.291 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Cenâiz 61.)
 

559
- Hassân İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kabirleri ziyaret eden kadınlara lânet etti.” (K.S. 6476 C.17 S.139 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1574.) 

560
- Ebû Mâlik el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yas tutmak cahiliye işlerinden biridir. Yas tutan kadın, tevbe etmeden ölürse, Allah Teâla hazretleri, ona katrandan bir elbise, cehennem alevin-
den de bir gömlek biçer.” (K.S. 6481 C.17 S.141 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace, 1581)

Kadınları, İslamiyetten soğutmak gayretiyle çok miktarda yalan rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bazısı da, çocuğu ve-
ya yakını ölen kadına, mezarlığa giderse veya üzülürse lanete uğrayacağı ve cehennemlik olacağı yolunda uydurmuş olduk-
ları rivayetlerdir. Bu ise duygusal ve hassas olan kadınlar hakkında ileri sürülen ve aslı olmayan çok ağır bir yaptırımdır. 
Bazı durumlar var ki, değil kadınlar, erkekler dahi üzülürler ve bu gayet doğal bir durumdur.

Bu hususta, Kur’an’dan mealen:
 

- Ve yüzünü onlardan öteye çevirdi de: “Ey Yûsuf üzerindeki tasam (gel, gel, tam senin gelme zamanındır)!” dedi ve tasadan gözleri ağardı. (Acısını) yutkunuyordu. 12/84

Bu ayet meali, oğlu Yusuf Peygamberin kaybolması üzerine, üzüntüsünden gözlerine perde inen Yusuf Peygamberin babası hakkındadır. İslam dininde bazı durumlarda üzülmek yasak değildir, üzüntülü durumdan dolayı Allah’a isyan etmek yasaktır.



                              - FAKİRLİĞE TEŞVİK -

590-
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına girmiştim. Onu bir hasır örgü-
nün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı.
“Ey Allah’ın Resûlü dedim, sana bir yaygı temin etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!”
“Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.” 
(K.S. 1970 C.7 S.244 Akçağ, alıntısı: Tirmizi,, Zühd 44,(2378). ) 

591- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Ey Aişe! Cennette) ben-
imle olman seni mesrur edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arka-
daşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan eskimiş addetme.”
(K.S. 2069 C.7 S.442 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Libâs 38, (1781). 

592- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yarın için hiçbir şey biriktirmezdi.”
(K.S.21-
76 C.8 S.8 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 38,(2363). )
 

593- Ebû Bürde İbnu Ebi Mûsa el-Eş’âri anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu Anka’nın yanına girdim. Bana yamalı bir giysi ve kaba bir izar çıkardı ve “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şu iki (parça)nın içinde vefat etti!” dedi.” (K.S. 5297, Libâs 35,(2080); Ebû Dâvud, Libâs 8, (4036); Tirmizi, Libas 10,(1733). ) 

594- Ebu Hâzım anlatıyor: “Ben Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh’a: “Sen has undan yapılmış beyaz ekmek gördün mü? diye sormuştum.
Sehl: “Rasulûllah aleyhissalâtu vesselâm vefat edinceye kadar, beyaz ekmek görmedim” dedi. Ben tekrar: “Resûlullah zamanında ashabın eleği var mıydı? Dedim. “Aleyhissalâtu vesselâm vefat edinceye kadar elek görmedim” dedi. “Öyleyse elenmemiş arpa ekmeğini nasıl yiyiyordunuz?” dedim. “Biz onu üflerdik, içindeki kepekten uçan uçardı. Kalan (kepek)leri 
de su ile yumuşatıp yoğururduk” cevabını verdi.” (K.S. 6983 C.17 S.422 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3332.) 

595- İbnu Abbâs radıyallahu anhıma anlatıyor: “Fâlûzeci ilk işitmem şöyle oldu: “Cebrail aleyhisselâm Rasûlullah’a gelip: “Ümmetine yeryüzü açılacak. O zaman onlara dünyalık bol bol akacak. Öylesine akacak ki fâlûzeç bile yiyecekler” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Fâlûzeç nedir?” diye sormuş, Cebrail aleyhisselâm: “Yağ ve balı karıştırıp yapılan helva” diye açıklamıştır. Resûlullah bu haber karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamıştır.”
(K.S. 6986 C.17 S.424 Akçağ, alıntısı 
İbn-i Mace 3340. ) 

596- Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hasta yatmakta iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum, hararetini, yorganın üstünden elimin altında hissettim. “Ey Allah’ın Resûlü! Hararetiniz çok fazla!” dedim.
“Biz (peygamberler) böyleyiz. Belalar bize katmerli gelir, buna mukabil ücretleri de katmerli verilir” buyurdular.
“Ey Allah’ın Resûlü! Hangi insanlar en çok bela çekerler?” dedim.
“Peygamberler!” buyurdular.
“Ey Allah’ın Resûlü! Sonra kimler?” dedim.
“Sonra sâlihler! Buyurdular ve açıkladılar: Onlardan biri fakirliğe öylesine müptelâ olur ki, kendisini örten abadan başka 
bir şey bulunamaz. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikle sevinirler.”
(K.S. 7211 C.17 S.542 Akçağ, alıntısı: İbn-i 
Mace 4024.) 


597- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hastalanmıştı. Sa’d İbnu Ebi Vakk’as geçmiş olsun ziyaretine gitti. Yanına varınca Selman’ı ağlıyor buldu. Sa’d: “Niye ağlıyorsun? Ey kardeşim, sen Resûlullah aleyhis-
salâtu vesselâm’a arkadaşlık etmedin mi? Şöyle değil mi, böyle değil mi (diye ağlamasını abes kılan bir kısım faziletleri ha-
tırlattı). Selman radıyallahu anh şu cevabı verdi: “Ben şu iki şeyden biri için ağlamıyorum:“Ben ne bir dünya düşkünlüğü ne 
de ahiret gafleti sebebiyle ağlıyor değilim. Beni ağlatan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bir ahdidir. O bana bir husus ahdetmişti, şimdi kendimi o ahdi tecavüz etmiş görüyorum.”
Sa’d: “Resûlullah size ne ahdetmişti?” diye sordu.
Selmân: “Aleyhissalâtu vesselâm bana: “Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadarı yeterli” diye ahdetmişti. Ben kendimi bu haddi aşmış görüyorum. Sana gelince, ey Sa’d! Hüküm verdiğin zaman hükmünden, (hak) taksim ettiğin zaman taksiminden, bir şeye yöneldiğin zaman niyetinden Allah’tan kork.”
Ravilerden Sâbit der ki: “Selman radıyallahu anh’ın vefat ettiğinde geriye nafaka olarak sadece yirmi küsur dirhemlik bir 
mal bıraktığı haberi bana geldi.”
(K.S. 7244 C.17 S.563-564 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 4104.)

Ve bunlar gibi, fakirliği övücü ve fakirliğe teşvik edici bir çok başka rivayetlerde mevcuttur. İddia ettiklerine göre bir Müs-
lüman kuru ekmek ve suyla idare etmeli (Örnek 585). Evinde bulunduracağı yatak sayısı üçten fazla olmamalı (Ö.586). Pey-
gamber dahi hasır üzerinde isteyerek yatıyormuş (Ö.590), ve yarın için hiçbir şey biriktirmezmiş (Ö.592), Vefat ettiği zaman zırhı yiyecek karşılığında bir Yahudi'de rehinmiş (Ö.588-589). Kaba izar ve yamalı giysi giyermiş (Ö.593). Müslümanların 
yağ ve balı karıştırarak yemeleri ağlanacak bir durummuş (Ö.595). Fakirlik salih insanlara has bir şeymiş (Ö.596). Müslü-
man’a yolcunun azığı kadarı yeterliymiş (Ö.597). Ve daha bunlara benzer başka rivayetleri vardır. Bunlarla çelişkili olarak 
işlerine geldiği zaman kullanmak üzere metotları gereği başka rivayetleri de mevcuttur. Bu rivayetlerinden örnekler ver-
meden önce, mal edinmeyle ilgili olarak Kur’an’dan örnekler verecek olursam, bu konuda da yalan söyledikleri kolayca an-
laşılır. Mealen:

- O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir. 2/29

- Ey Adem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize alın; yiyin için, fakat israf etmeyin; çünkü 
O, israf edenleri sevmez. 7/31

- De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?” De ki: “O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır. “İş
te biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz. 7/32

İnsanlar yeryüzünde ne varsa hepsinden meşru olarak istifade edebilir. Mescide gidildiğinde insanlar güzel süslü elbiseleri-
ni giymeye davet edilmişlerdir. Sadece israf men edilmiştir. Süsü ve Güzel rızıkları Müminlere haram edenler, onları bu gü-
zel şeylerde, rivayetlerde olduğu gibi men etmeye çalışanlar, çirkin göstermek suretiyle haram olduğunu iddia edenler Kur’-
an’da tehdit edilmişlerdir. Ve onlara şöyle cevap verilmiştir. “Bu nimetler, dünya hayatında Müminlerindir, kıyamet günü 
de yalnız onlarındır.” Müminlere örnek olsun diye özellikle peygamberler devamlı acı çeken, fakirlik içinde yaşayan ve bir 
lokma ekmeğe muhtaç kimseler olarak rivayetlerde belirtilmişlerdir. (Örnek 596 da olduğu gibi). hal bu ki, Allah, Süleyman peygambere büyük bir mülk vermişti, bu konuda Kur’an’dan mealen:

- “Rabb’im dedi, beni affet, bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık ve mal) ver. Çünkü, sen-
sin o çok lütfeden, sen!” 38/35


Ve Allah, duasını kabul ederek ona istediği mülkü verdi. İstediği mülkte kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak seviyede olmasıdır. Süleyman peygamber, peygamber olmakla, taktir edilir ki mahzuru olacak bir mülkü Allah’tan istemez. 
Hal böyle olunca, mal, mülk konusunda mülk edinmeyi kötüleyici ve fakirliği övücü olarak tahdis ettikleri rivayetler, Kur’-
an’la çelişkilidir.

 

 

 



                                                                         Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kur'an'a Arzı - Fereç Hüdür -
                                                                         Not: Başlıklar konuları ayırmak için atılmıştır...
 

 
 
 
  Bugün 2 ziyaretçikişi burdaydı!

www.bostanderesimahallesi57.tr.ggwww.bostanderesimahallesi57.tr.gg

 
 
KARADENİZ'İN YENİ DOĞAN GÜNEŞİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol