BOSTANDERESİ MAHALLESİ
  TASAVVUFUN YERİ VERİLERİ
 

TASAVVUFUN İSLAM DÜŞÜNCESİNDEKİ YERİ 
                                                  VE ÖZELLİKLERİ


                    A. KUR'AN'IN VERİLERİ

... Kur'an, insanı kuşatan âlem kadar
insanın kuşattığı âlemin de sırlar ve inceliklerle dolu olduğunu belirtmektedir. Kur'an terminolojisinde bunların adı ayet yani Allah'a götüren belirti ve işaret olarak geçmektedir. Ayetlerin, iç dünyamızda bulun-
anlarını gereğince tetkik, akıl ve laboratuvar işi değildir. Kur'an bu noktada akıl üstü bir kudretten sözeder: Lübb veya ba-
sîret. Bu kudret, duyu organlarının imkânlarını aşan bir kudrettir. İnsanın, varlığın özüyle temasından kaynaklanır. Buna 
bazen ferâset, bazen basîret, bazen keşif, bazen ilham, bazen yakîn, bazen kalp gözü diyen sufîler, onun aklı aşan yapısına ilişkin en küçük bir tereddüt göstermezler. Sufî düşüncenin epistemoloji anlayışında temel kavram olan bu duyu ve akıl üstü kudret, en güvenilir bilgilerin yakalanmasında tek yoldur.

Kur'an, bizzat kendisinin çift mânalı bir kelam olduğunu söylemektedir. (Zümer,23) Bu çift mânadan biri akıl ve duyu organ-
larının tetkik alanına girer; ikincisi, akıl üstü bir kudret olan basîret veya kalp gözünün tetkik alanına dahil olur. Başta Al-
lah'ın kavranmasına ilişkin bilgiler olmak üzere; ruhun esrarı, insanın iç dünyasının incelikleri vs. gibi konular bu ikinci ala-
nın sınırları içindedir. Bu sınırlar içine giren konularda akıl ve duyu organlarından bir şey beklemek boşunadır. O konular, 
başka bir deyimle insanın iç dünyasını dolduran bâtın ayetler, (bk. Kur'an, Zâriyât, 21) yalnız ve yalnız basîretle tetkik edi-
lebilir. Kur'an; akıl ve duyular planındaki güçlerimize karşılık, kalp gözü kudretini ortaya koyarken şöyle konuşuyor: 
"İş-
te rabbiniz olan Allah! Her şeyin yaratıcısı odur. Ona ibadet edin! O, her şeye vekildir. Ancak, onu kafa gözleriniz (absar) 
idrak edemez. O ise bütün kafa gözlerini tam bir şekilde idrak eder. O çok lütuf sahibidir. O'nun her şeyden gereğince ha-
beri vardır. Allah'ı idrak hususunda size rabbinizden gönül gözleri (basâir) gelmiştir. Artık kim bu gözlerle bakar görürse 
kendi lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhine olur." (En'am, 102-104)

Bu ayetler, çok açık bir biçimde; mistik-psikolojik sırların yakalanışında duyu organlarına dayalı kudret (basar)ın iş görme-
diğini, bu sırların tetkikinde kalp gözü (basîret) diye adlandırılan bir başka kudretin çalıştırılması gerektiğini göstermekte-
dir. Burada, Pascal (ölm.1662)'ın deyimini kullanırsak, geometrik idrak (espirt de geometrie)'e karşılık, sonsuzu yakalayan 
idrak (esprit de finesse) söz konusu edilmektedir. Türk sufîleri bunu "kafa gözü-kalp gözü" ayrımıyla ifadeye koyarlar.

... En ileri mâna veya basîretin kazandıracağı mâna nedir? Bilmekteyiz ki, Kur'an zâhir ve bâtın ayrımından söz etmektedir. Allah'ın bize verdiği bütün nimetlerin bir zâhiri vardır, bir de bâtını. (Kur'an, Lukman, 20) Yine Kur'an; inanmayanların ken-
disini ve Peygamber'i asla anlamayacaklarını söylemektedir. (bk. Nisa, 78; Muhammed, 24; Haşr, 13) Arap diliyle vahyedi-
len Kur'an'ı dinleyen Mekkelilerin anlamadıkları nedir? Hiç kuşkusuz, kelimelere yüklenen filolojik, tarihsel vs. mânalar 
değildir. Araplar bunları çok iyi anlıyor ve biliyorlardı. Kur'an'ın şikayetçi olduğu nokta, kendisindeki "kelimelerüstü ve la-
fızötesi mâna"
nın anlaşılmamasıydı. Çünkü bu mânayı anlamak için, Kur'an'ın bir başka ifedesini kullanırsak, "kalp sahi-
bi"
olmak lazımdı. (bk. Kaf, 37) Nedir bu kalp? Kur'an'ın basîret dediği şeyin ta kendisidir ki, tasavvufta duyularüstü idrak (perception extrasensorielle)'in biricik aracı olarak kabul edilmiştir. Burada söz konusu edilen kalp, insanın kan tulumbası 
olan et parçasından ayrı bir "keyfiyet ve kudret" tir. Bu kudretin yakalayacağı mânadır ki en ileri ve gaye mâna adını alır. 
İslam düşüncesinde bu mânaya, yine Kur'an'dan alınan bir deyimle bâtın mâna denilmiştir.

Kur'an ve hadisten hareketle, bâtın mâna hakkında şunları söyleyebiliriz: Varlıklar, Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellilerin-
den ibarettir. Tanrısal isimler (Esmâul Hüsna)dan biri de Bâtın'dır. Allah Zâhir olduğu gibi Bâtın'dır da. O halde varlıkta her zâhirin arkasında bir bâtın, her zuhûrun arkasında bir "belirgin olmayan" vardır. Çünkü bütün tanrısal isimler gibi Bâtın is-
minin de bir tecellisi olması gerekir.

... İnsanoğlunun, ilk günden beri en yüce ve değerli kurumu olan din, bir kıymetler yekûnu olarak, her zaman bâtın bir çeh-
reye sahip bulunmuştur. Özellikle bütün insanlığa yönelik dinler, yani evrensel dinler, sırlarla yüklü olmak bakımından daha ileridedirler. Bu, işin tabiatının bir icabıdır. Çünkü evrensel din; bütün insanlara, bütün zamanlar boyunca hitap eder ve yar-
dımcı olur. O halde her insan, ona ilk bakışta her şeyi kavrayıp anlayamaz, anlamamalıdır. Böyle olmazsa dinin sürekli bir 
biçimde vereceği bir şeyi yok demektir. Bu, bir din için, yetersizlik ve tükeniştir. Yani, bir dinin taşıdığı iç hazine, mistik sır-
lar, çözümü zaman gerektiren incelikler ne kadar çoksa o din o kadar güçlü ve bereketlidir.

Türk mutasavvufu Bursalı İsmail Hakkı (ölm. 1725)'nın söylediği gibi, peygamberlik kurumunda hitap geneldir. İlk bakışta anlaşılacak ve herkes tarafından anlaşılabilecek mânalar yanında,çok sonraları ve çok gelişmiş benliklerce anlaşılacak mâ-
nalar da vardır. Bu iki manayı aynı anda ve bir tek hitap içinde toplamak nübüvvet kurumunun belirgin niteliğidir. Yine Bur-
sevî'nin açıklamalarına göre,nübüvvet kurumundaki bu özellik, velilik kurumunda ayrı bir nüans kazanıyor.Veliler, Peygam-
ber hitabının belli bir yönünü ele alıp açıklıyorlar. Bunun içindir ki bir veli yalnız karşısındaki insanın durumunu esas alarak 
konuşur. Karşısındaki insan çok seçkin bir benliğe sahipse veli ona, kitlelere açılamayacak sırları açabilir.(5)

Bu gizli mânanın, yani bâtının açılışı bakımından insanlar, tasavvuf düşüncesi tarafından şu katagorilere ayrılmışlardır:

1. Avam: Bunlar sıradan insanlar olup dinin en somut ve herkesçe rahatlıkla anlaşılabilecek dış bünyesini kavrayabilirler. Sufîler bu kitleye hiçbir sır açmaz, hiçbir yüksek mânadan söz etmezler. Çünkü bunlar anlayamazlar ve anlayamadıkları için 
de ya inkâr ederler, yahut ruhsal kargaşaya düşerler.

2. Havas: Seçkinler diye ifade edebileceğimiz bu zümre, avamın kavrayamayacağı bazı sırları anlayacak mertebededir. A-
ma sonuçta onların da anlamakta zorluk çekeceği noktalar vardır. Sufîler, bu zümreye de açıklanmayacak sırlar olduğunu 
söyler, belli bir ölçüde onlara karşı da gizliliği esas alırlar.

3. Havassul Havass: Seçkinlerin seçkini olan bu zümre, tanrısal sırların insan tarafından kavranabilecek olanlarını anlaya-
cak kudrette insanlardır. Sufîler her türlü sırrı, her tür bâtın mânayı işte bu son zümreye açarlar.

... İslam, sözünü ettiğimiz bâtın çehre bakımından, din tarihinin en dikkat çekici kurumudur. Esasen, onun kaynağı olan Kur-
an'ın mucizesi burada yatmaktadır. Zaman her şeyi eskittiği halde Kur'an'ı âdeta tazelemekte, gençleştirmektedir. Çünkü Kur'an, her yeni güne, daha yeni nüanslar kazandırarak ve kazanarak girmektedir. İkbal (ölm. 1938)'in dediği gibi: "Onun saniyelerinde asırlar gizlenmiştir." Her yeni gün, o sonsuz evrenden bir başka boyutun açılışı olmaktadır.

İşte Kur'an'ın, bu esrarlı ve mucize yapısı onun; her an daha ilerde, daha üst bir mâna taşımasıyla mümkün olmakta ve öyle açıklanmaktadır. Anladığımız, "daha ileri mâna" Kur'an'ın ifade ettiği gibi bâtın mânadır. Kur'an şöyle diyor: "Allah, kela-
mın en güzelini, âhenkli ve büklüm büklüm, kıvrım kıvrım çift mânalar şeklinde indirmiştir ki rablerine derin saygı göster-
mekte olanların ondan derileri ürperir..." (Zümer, 23)
Bu ayet bize göstermektedir ki, hangi mânaya itibar edersek edelim, Kur'an'ın daima, ilk bakışta farkedilemeyecek bir mânası olacaktır. Tanrısal kelamın, insan sözünden farkı da burada yat-
maktadır. İslam mistikleri, ilk bakışta herkes tarafından ve kafa gözüyle farkedilecek mânaya zâhir mâna, bunu aşan ve an-
laşılması için çok daha ileri yetenekler gereken mânaya da bâtın mâna veya işârî mâna demişlerdir. Bu üst mânayı yakala-
yacak kudretler çoğu kez, normal duyu organlarının imkânlarını aşan fakültelere ihtiyaç gösterebilmektedir. Çünkü Kur'an; temizlikten savaşa, eşyadan insanın duyu organlarına kadar her şeyde bir bâtın çehrenin varlığını açıkça belirtmektedir.

... Zâhir-Bâtın ayrımı tasavvuf düşüncesinin ana ayrımlarından biridir. Bu ayrımı, saf dışı tutarak tasavvuf ve tarikatları an-
lamak mümkün olmaz. Sufîler, hayata bakış açılarının hemen her alanında bu ayrımı korumuşlardır. Çünkü onlara göre ol-
umlunun da olumsuzun da zâhir ve bâtın çehresi vardır. Bilgiler de iki kanaldan yani hem zâhir hem de bâtından gelir.

... Sufîlerin, zâhir-bâtın ayrımını, ahlaksal alana da uyguladıklarını görmekteyiz. Her şeyde olduğu gibi insanda da zâhir, ik-
incil bir mâna taşır.
Daha çok iğretinin, aldatıcının konusudur. Böyle olunca bir şey zâhirde yücelik ifade ettiği halde bâtında yani işin hakikati açısından düşüklük olabilir. Hicrî üçüncü asrın büyük sufîlerinden en-Nûrî, ezan okuyan bir müezzini din-
lerken "hayvan böğürtüsü" demiştir. Nûrî'ye göre müezzin ezanı yalnız diliyle okuyordu, onun kalbi başka şeylerle doluy-
du. Önemli olansa insanın kalbidir.(10) Bu düşüncenin bir uzantısı olarak, sufîler, zâhirle uğraşıp onun düzenlenmesini ve bi-
rinci dereceye çıkarılmasını bir gaflet olarak görürler. Sufî düşüncenin büyük ölçüde dayandığı Hz. İsa, burada el attığımız espriyi şu sözüyle çok güzel dile getirmiştir. Diyor ki; "Neden çanağın dışını yıkıyorsunuz?"(11) Sufîler, bu sözdeki espriye bağlı kalmışlardır. Onlara göre, zâhirle uğraşmak, çanağın içini yıkamak yerine onun dışıyla meşgul olmaktadır. Oysa ki çanağın kullanılması için içinin yıkanması şarttır. Çanak burada insandan başkası değildir.

... Zâhir-bâtının buradaki mânada ele alınışı tasavvufta sûret-hakikat yani görünüş ve öz ayrımını vücuda getirmiştir. Sûret-hakikat kıstası, İslam Peygamberi'nin ilan ettiği "ameller niyetlere göre değer kazanır" ölçüsünün tasavvuftaki görünüşü-
dür.

... Tasavvufta biri metafizik, öteki psiko-sosyolojik iki kavram, temel ve kaçınılmazdır. Bu kavramların birincisi sevgi, ikin-
cisi melâmettir. Bu iki kavramın kaynağı Kur'an'dır. Bu kavramların, özellikle birincisine yabancı kaynaklar arayan ve onu 
İslam mistisizmine dışarıdan girmiş bir anlayış olarak gösterenler bizce yanılmaktadırlar. Kur'an bu kavram hakkında fazla konuşmaz; fakat bu, konunun nezaketi icabıdır. Tasavvufta zirve olan sevgi Kur'an'da, anlayış bakımından zirveye çıkmış olanların kavrayacakları tarzda verilmiştir. Muhatabın ve konunun seviyesi yükseldikçe, kelamda tasarruf ve ifadede sem-
boller kullanmayı çoğaltma, daha önce de tespit ettiğimiz gibi, bir evrensel kanundur. Sevgi idesinin detaylı delillerle anlat-
ılmasının sonraki devirlere rastlaması, işte böyle bir zaruretin sonucu olmuştur.

... Tasavvufun varlık yapısında yer alan temel unsurlardan ikincisi de melâmettir. Kur'an'ın açıkça yer verdiği ve imanın en güçlü belirtisi olarak sunduğu melâmet, insan özünün şekle ve realitenin aldatıcı görünüşüne karşı konuluşudur. Şekil alda-
tıcıdır. Kâinatta bile; görünen, esas realiteyi gizler. O halde, gerek ontolojik planda, gerekse metafizik ve ahlaksal planda 
görünenle yetinmek ve görünene birinci derecede değer vermek bir seviyesizliktir.

... İslam düşüncesi, melâmetin en büyük temsilcileri olarak peygamberleri gördüğünden, peygamberleri taklit kurumu olan tasavvufu da bir melâmet kurumu olarak görür. Bu yüzden melâmet, bağımsız bir tarikat adı olmanın yanı sıra bütün tarik-
atların esası; Allah yolunun en tükenmez sermayesi sayılmıştır. Hiçbir tasavvufî eser yoktur ki, bünyesinde melâmeti anla-
tan ve onun değerine dikkat çeken bir bölüm içermesin.(27)

... Kur'an'ın mistik muhtevası içinde en geniş yeri tutan kavramlardan biri de ıstıraptır. Bu konu üzerinde de biraz durmak istiyoruz:

Nedir ıstırap ve nedir insan hayatında ıstırabın yeri?

Kur'an, insanın sonsuzlaşmasını, başka bir deyimle Allah'a varmasını bir felah olarak anmaktadır. Kâmil insan felaha ermiş insandır. (Kur'an, Bakara, 5) Felaha erenler için artık korku yoktur.

Nedir felah? Çevreleyen, kuşatan şeylerden sıyrılıp kurtulmak, sıkıştıran,kaplayan şeyleri yarıp aşmak anlamlarını taşıyan felah, insanın Allah dışındaki şeylerden yani mâsiva'dan kurtulması onları yenmesidir. İşte ıstırap, bu mücadele ve gayret sırasında çektiklerimizin, göğüs germek zorunda kaldıklarımızın tümüdür. Zorluklar aşılmazsa felah gerçekleşmez. O halde kurtuluş, sonsuzlaşma, Allah'a varmak ancak ve ancak ıstırapla mümkündür. Istıraptan ürken Allah'a varamaz.

Şunu öncelikle belirtmek lazım ki İslam düşüncesi "sonsuz ıstırap" anlayışına karşıdır. Kur'an'ın beyanlarına göre başlan-
gıç ve son iyidir, mutludur. Istırap başlangıçla son arasında yer alan, fakat mutlaka tanımamız gereken bir gerçektir. Ancak 
unutmamak durumundayız ki: "Kur'an'ın beyanında ne sadece iyimserlik vardır ne de sadece kötümserlik. Onun yolu tekâ-
mül ve daha iyiye gidiş yoludur."
(28)

Sürekli bedbahlık yoktur ama tekâmülün gerçekleşmesi için de bir didinme gerekmektedir.Yaratıcı Kudret, kemale ermeyi, çırpınmaya bağlamıştır. Hiç bir dane, toprağın karanlık bağrına girmeden yeşerip çiçeklenemez. Kuyunun kahrı çekilmeden Yusuf olunur mu? Halil, yani Allah dostu ünvanını vermek için Nemrud'un ateşiyle imtihan ediyorlar. İsrailoğulları, Firavun zulmünün kahrıyla bilenmeselerdi, Nil suları yol verir miydi onlara?... Kısacası, her yükselişin bir didinişi, her yürüyüş bir 
çok düşüşün sonucudur. Muhammed İkbal'in dediği gibi: "Hayatın sırrını arayan onu çırpınışta bulabilir."(29)

...Sufi düşünceye göre, bütün büyük oluşların, erdirici gelişmelerinin temelinde ıstırap vardır.Rahat ve refahtan sadece mas-
karalık ve çöküntü beklenebilir. Yaratıcı Kudret, sonsuzluğu ve sonsuzluğa ait nimetleri ıstıraptan bir kabuğun içine, geçici, aldatıcı ve sefil zevkleri de şehvet ve zevkten bir kabuğun içine saklamıştır. Birinci kabuğun içinde mutluluk ve sonsuzluk vardır. Fakat kabuğu kırıncaya kadar acıya katlanmak gerekir. Kur'an'ın ifadesiyle, kabuğun "içi rahmetle dolu, dışı acı ve azaptır"(Hadîd, 13) (31) Türk sufîleri, ıstırapla ilgili bu gerçeği açıklarken şu formül cümleyi kullanırlar: Allah, lütfunu ka-
hır içinde gizlemiştir. Büyük ruhların zorluğu, seviyesiz ruhların kolaylık ve rahatı seçmelerinin hikmeti budur. Yine bu yüz-
dendir ki bütün medeniyet ve devletlerin kuruluş devrelerinde zorluk ve sıkıntılara göğüs geren insanlar hakim ve önder ol-
makta, çöküş devirlerinde ise zevk ve refaha yenik düşenler...

...Sufî düşünce, ıstırabın yoğunluk ve büyüklüğü ile Allah tarafından sevilmiş olmak arasında da bir bağ görmektedir. Başka 
bir deyimle, Allah katında daha sevgili olmak, daha büyük ıstıraplara maruz kalmayı gerektirir. Çünkü Allah, çok sevdiği 
kulların gönlünde, kendinden başka şeylerin yer tutmasını istememektedir. Böyle olunca da, onları ıstırapla her an yüz yüze 
bulunduruyor ki kendisine sığınsın, başka şeylere gönül verme fırsatı bulmasınlar.Hal böyle olunca, Allah katındaki yeri bü-
yük olan her kul,gönlüne girme durumuna gelen şeylere karşı ıstırapla tâciz ediliyor ve Allah'a dönüşü sağlanıyor.Tasavvuf 
tarihinin büyük isimlerinden biri olan Ebu Bekr el-Vâsıtî (ölm. 331/942) bu gerçeğe, Hz. İbrahim'in bahsinden şöyle ışık tut-
uyor:
"Allah, Hz. İbrahim'i, oğlunu kurban etmekle imtihana tabi tutarken, (36) İbrahim'in gönlünden, başkalarına olan sev-
giyi silmek emelindeydi.İbrahim'in kalbine baktığında orada İbrahim'in sevgisine konu olan şeyin, oğlu İsmail olduğunu gör-
dü ve onun yok edilmesini istedi."
(37) Hz. İbrahim'in maruz bırakıldığı bu imtihan ve ıstırap, Kur'an'ın ifadesiyle,
"gerçek-
ten çok açık ve büyük bir ıstıraptı".(Kur'an, Saffât, 106)
Her peygamber, böyle açık ve büyük bir ıstıraba maruz bırakılmış-
tır. Kimi oğlu aracılığı ile, kimi babası aracılığı ile kimi kavmi aracılığı ile, kimi de tüm insanlık aracılığı ile...

... Kur'an, şuraya kadar sunmaya çalıştığımız temel verileri dışında daha pek çok mistik doneyi bünyesinde taşımaktadır. Bunların hepsini sıralamak bizim etüdümüzün hedef ve hacmini aşar. Birkaç noktayı daha kısaca temasla yetinmek zorun-
dayız.

Kur'an, insan ruhunu; maddeden, iğretiden sonsuza ve ölümsüze çevirmek istemektedir. Buna zühd deniyor. Tasavvuftaki zühdün temel kaynakları olan şu ayetlere bakalım: "Dünya hayatı sizi aldatmasın" (Lukman, 33) "Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden kaynaklanan zevklere düşkünlük insan-
lara çekici gösterildi. Oysaki bunlar sadece dünya hayatının nimetleridir. Asıl varılacak yer Allah'ın yanındadır."(Ali İmran, 
14) "Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir." (Ankebût, 64) "Şunu biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir 
süs, birbirinize karşı övünme aracı, mal ve evlat bakımından bir fazlalık yarışından ibarettir." (Hadîd, 20) "Mal, insan ve 
servet çokluğu ile övünüp yarışma sizi, mezarlıkları dahi sayacak kadar aldatıp oyaladı." (Tekâsür, 1-2)...


                    B. SÜNNETİN VERİLERİ

... İslam Peygamberi, günlük hayatını tam bir ruhsal seyir içinde geçirmekteydi. Bütün müslümanlar için zorunlu ibadet olan farzlara ilaveten o bazen geceler boyu süren ibadet seansları yaşardı. Sabah iki, öğlen dört, ikindi dört, akşam üç ve yatsı 
dört rekat olan farz namazlara ilaveten o; sabah iki, öğlen altı, akşam iki, yatsı beş rekat namazı da kılmıştır. İslam fıkıhçı-
ları bunlara, pekiştirilmiş sünnet (es-sünnetü'l-müekkede) derler. Bunlarında ötesinde onun; kuşluk, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde daha başka namazlar kıldığını da biliyoruz.

Oruç bahsindeki tavrı da aynı idi. O, farz olan bir aylık Ramazan orucunu tutarak, müslümanların müşterek ve borç oruçlar-
ına örneklik ettiği gibi, çeşitli adlarla ve yıl boyu süren oruçlar da tutarak, mistik hayata gönül verenlere ve daha sonra bu 
yolu seçecek olanlara da örnek oluyordu.Pazartesi ve Perşembe günleri, her ayın on üç-on beşinci günleri (eyyâm-ı bîz) Mu-
harrem ayının bazı günleri, Recep, Şaban aylarının bazı günleri oruç tutardı. O ayrıca, savm-i visal denen ve iftar etmeksizin 
birkaç günlük orucun birbirine bağlanışı olan bir oruç da tutardı ki bunu kendinden başkalarına yasaklamıştır.

Her yılın Ramazan ayında son on günü itikâf'ta yani bir mabedin köşesinde dış dünya ile alakayı keserek geçirmek de büt-
ün hayatında izlediği bir davranış olmuştur.

Hz. Peygamber bütün bu saydıklarımızı bizzat yapmakla sufî hayata ilişkin yolu gösterirken, sufî kurumlara örneklik edebil-
ecek mekanlarda oluşturmuş mudur? Üzerinde en çok durulan, Medine'deki Suffa Ashabı'dır. Suffa Ashabı ve Suffa'nın, ta-
savvuf açısından anlamı ve değeri nedir? Bu sorunun cevabını, çağımızın en büyük İslam bilginlerinden biri olan Muhamm-
ed Hamidullah şöyle veriyor: Hz. Peygamber devrinde, Medine'de, Mescid'in namaz kılınan kısmından biraz uzakta, Suffa 
denen bir bölüm vardı. Burası, bizzat Hz. Peygamber'in nezaretinde çalışan bir eğitim ve ruhsal tecrübe merkeziydi. Oldukça önemli sayılan bir grup Müslüman burada yaşardı. Bu insanlar, zamanlarının bir kısmını insanlarla münasebetlere ayırdıkla-
rı gibi, bir kısmını da Allah ile münasebete ayırırlardı.Bunlar aynı zamanda birer parazit gibi başkalarının sırtından geçinme-
mek ve şuna-buna yük olmamak için, çalışırlardı da. Geceleri ise, bu insanlar en ileri seviyede sufîler gibi; nafile ibadet, te-
heccüd namazı, zikir ve tefekkürle geçirirlerdi. Bu enstitüye "tekke, hankah" vs. diyelim veya demeyelim, şüphesiz olan bir şey var; Suffa sakinleri, maddesel temayüllerden önce ruhsal tecrübelere bağlı idiler. İslam Peygamberi'nin bu ilk Müslüm-
an mistiklere talim ettirdiği usuller, detayları ile bilinmeyebilir. Bu usuller esasen, şahsa ve zamana göre değişmektedir. Fa-
kat bunların teferruatıyla bilinmemesinin ne önemi vardır? Gaye bellidir ve açıktır. Vasıtaları seçmek içinse yeteri hürriyet 
zaten sağlanmıştır...


       DİPNOTLAR:

(5)
Bursevi'nin yaklaşımı için bk. Kenz-i Mahfi, 116
(10) Bu olay için bk. Massignon; Textes Inedits. 52
(11) Thomas İncili, 89/2
(27) Örnek olarak bk. Sühreverdi, melâmet bahsi; İbn Arabi, Fütûhât, 2/225 vd.
(28) İkbal; Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, 98
(29) İkbal, Peyam-ı Maşrık, 89
(31) Bu ayetin, ıstırabın değeri ile ilgili bir yorumu için bk. İbn Arabi, Fütûhat., 3/207 vd
(36) bk. Massignon; Textes İnedits, 73
(37) bk. Kur'an; Saffat, 100-105




                                                                     Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar - Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk -

 
  Bugün 2 ziyaretçikişi burdaydı!

www.bostanderesimahallesi57.tr.ggwww.bostanderesimahallesi57.tr.gg

 
 
KARADENİZ'İN YENİ DOĞAN GÜNEŞİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol